Fatihlilerin Buluşma Meydanı
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Fatihlilerin Buluşma Meydanı

Fatihli olmak bir ayrıcalıktır...
 
AnasayfaKapıLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Seyyid Fehim-i Arvasi

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
LordReco
USTA KULLANICI



Mesaj Sayısı : 115
Kayıt tarihi : 01/11/09

Seyyid Fehim-i Arvasi Empty
MesajKonu: Seyyid Fehim-i Arvasi   Seyyid Fehim-i Arvasi I_icon_minitimePerş. Kas. 05, 2009 11:48 pm

Seyyid
Fehim-i Arvasi hazretleri, Doğu Anadolu'da yetişen büyük velilerdendir.
Silsile-i aliyyenin otuzüçüncüsüdür. Osmanlı Devletinin son
devirlerinde yaşamıştır. Seyyiddir. "Hazret-i Şeyh" ve "Allâme"
lakapları vardır. "Arvasi" denmekle meşhur olmuştur. Babası, Seyyid
Abdülhamid Arvasi'dir. 1825 yılında Van'ın Bahçesaray (Müküs) ilçesine
bağlı Arvas (Doğanyayla) köyünde doğdu. 1895’de aynı köyde vefat etti.
Kabri oradadır ve sevenleri tarafından ziyaret edilmektedir.

Temiz
ve asil ailesi Anadolu'nun doğu vilayetlerinin ilim, irfan ve güzel
ahlak vasıflarının timsali (sembolü) idi. Zamanlarının âlimi, fazilet
örneği olan dedeleri Kâdiri ve Çeşti yollarına mensup idiler. Babası,
Arvas'ın tekke, zâviye ve medresesinin sevk ve idaresini yürütürdü.
Seyyid Fehim, küçük yaşta babası Seyyid Abdülhamid Efendiyi kaybetti.
Annesi Seyyide Emine Hanım, zahide, takva ve vera sahibi saliha bir
hanım idi. Pek çok kadın hizmetçileri olduğu halde ilim talebesinin
elbisesini kendisi eliyle yıkar ve yardım ederdi.

Küçük yaştan
itibaren ilim öğrenmeye başlayan Seyyid Fehim, kısa zamanda Kur'an-ı
kerimi hatm ve hıfzetti. Sonra dedelerinin kurduğu ve öteden beri ilim
yayan büyük âlimler yetiştiren Arvas Medresesi ile Müküs'teki Mir Hasan
Veli Medresesinde temel dini bilgileri ve Arabi âlet ilimlerini okudu.
Kısa bir müddet ilim tahsiline ara verdi.

Sonra Cizre'ye gidip
Mevlana Hâlid-i Bağdâdi hazretlerinin halifelerinden Şeyh Hâlid-i
Cezeri'nin ders halkasına dahil oldu. Kısa zamanda emsallerini geçip
ilimde ilerledi. Dini ilimleri ve zamanın fen bilgilerini öğrendi.

Seyyid
Fehim, Cezire'de ilim tahsili ile meşgul olduğu sırada, amcaoğlu Seyyid
Sıbgatullah Efendi de Cezire'ye gelip, Mevlana Hâlid-i Bağdâdi
hazretlerinin talebelerinden Şeyh Salih Sibki hazretlerinden ilim
öğrendi. Cezire dönüşünde Van'a uğradı. Van'da bulunduğu günlerde büyük
veli Seyyid Taha-yı Hakkâri hazretleri de Nehri'den Van'a gelmişti.
Seyyid Taha hazretlerinin en seçkin eshabından olan amcası Seyyid
Muhammed Efendi, Seyyid Sıbgatullah Efendiye, Seyyid Taha-yı Hakkâri
hazretlerine talebe olmasını tavsiye etti. Seyyid Taha'ya talebe olan
Seyyid Sıbgatullah, onun hizmetinde ve sohbetinde bulunarak, tasavvuf
yolunda ilerledi. Kısa zamanda olgunlaşarak insanlara İslamiyet’in emir
ve yasaklarını anlatmak hususunda icazet, diploma ve hilafet aldı. Van
valisi ve halkı Van'da kalmasını ısrarla istediler. Fakat o; "Nehri'ye
gidiyorum. Seyyid Taha hazretleri uygun görürlerse burada kalırım"
buyurdu. Van'da kalmak istediğini Seyyid Taha hazretlerine arz edince,
buyurdu ki: "Yok Molla Sıbgatullah! Van halkı dun-himmettir (eksik,
kısa himmetlidir). Van'ın fethi benim ve senin elinde olmaz. Mükâşefe
âleminden malumata göre sizin sülalenizden, yani Arvasi hanedanından,
ilim ve irfanı ile tanınmış, Allah bilir ama onun [Seyyid Fehimi
kasdediyor] vasıtasıyla, Van'ın irşadı geçici olarak mümkündür"
buyurdu. Seyyid Sıbgatullah Arvasi hazretleri; "O zat amcamın oğludur.
Cezire'de ilim tahsili ile meşgul, ilim ve irfanla meşhurdur" dedi.
Seyyid Taha; "Bir başka gelişinde o zatı muhakkak bana getir" diye emir
buyurdu.

Seyyid Sıbgatullah, hocasını ikinci defa ziyarete
gelişinde, genç yaştaki Seyyid Fehim Arvasi'yi de Nehri'ye getirdi.
Seyyid Taha hazretlerinin huzuruna gidip sohbetiyle şereflendiler.
Kalma zamanı bitip ayrılacakları sırada, Seyyid Sıbgatullah ve
yanındakiler Seyyid Taha hazretlerinin elini öpüp izin aldıktan sonra,
sıra Seyyid Fehime gelince, Seyyid Sıbgatullah geride kaldığını görüp,
Seyyid Taha hazretlerinden onun için de izin istedi. Fakat Seyyid Taha
hazretleri, Seyyid Fehim'in kalmasını münasip gördü ve; "O burada
kalsın" buyurdu. Seyyid Taha'nın hizmetinde kalan Seyyid Fehim, kısa
sürede kemale geldi. Seyyid Taha hazretleri onun hakkında;
"Başkalarının altı ayda aldığı mesafeyi, Seyyid Fehim yirmi dört saatte
aldı" buyurdu.

Seyyid Taha hazretleri bir gün Câmi-i Şerifin
duvarına dayanarak Seyyid Fehim hazretlerine işaret ederek yanına
çağırdı. O da yanına gelince; "Çok zekisin, ilme istekli ve
kabiliyetlisin. Muhakkak Mutavvel kitabını okumalısın" buyurdu. Seyyid
Fehim hazretleri; "Kitabım yok. Bizim taraflarda Mutavvel okunmaz" diye
arz edince, kendi kitabını hediye etti. Muş'un Bulanık kazasının Âbiri
köyünde Molla Resul Sibki ismindeki büyük âlime gidip okumasını tavsiye
buyurdu. Huzurundan ayrılırken; "Sen zeki ve tetkik edici bir ilim
tâlibisin. Suallerine hocalar tatmin edici cevap veremezler ve rahatsız
olurlar. Derslerin takibi esnasında bir zorlukla karşılaşırsan, onları
rahatsız etme. Elini göğsüne koy ve beni hatırla. İnşâallah derhal
müşkilini hallederim" buyurdu.

Hocasının elini öpüp duasını alan
Seyyid Fehim Arvasi, Mutavvel okumak üzere zamanın Doğu Anadolu'daki en
büyük âlimlerinden olan Molla Resul Sibki'nin huzuruna vardı. Molla
Resul; "Ben Arvas ailesinden birisine ders okutmak arzusundaydım.
Çünkü, Arvas'ta Molla Resul Zeki'den okudum. O aileden gelen bu zatta
zeka eseri göremiyorum. Hayret o ailenin fertleri çok zeki olurlardı"
dedi. Seyyid Fehim Arvasi, Molla Resul'den ders almaya başladı. Fakat
Seyyid Taha hazretlerinin tavsiyesine uyarak ders esnasında sual
sormamaya dikkat ediyordu. Hatta Molla Resul, Seyyid Fehim'in
talebelerinden Molla Hâlid'e; "Senin hocan sual sormuyor. Zekasız
mıdır, yoksa utanıyor mu?" diye sordu. Molla Hâlid de; "Evet ben
başlangıçtan beri bu zatın yanında okuyordum. Bir zaman hocalarına çok
sual sorar, hocalar ona cevap vermekten aciz kalırlardı. Fakat
Nehri'den döndükten sonra ne hikmetse sual sormayı terk etti. İlim
öğrenmedeki kabiliyetine gelince: "Kusura bakmayın, bendeniz onun
sizden yüksek olduğunu tahmin ederim" diye arz etti.

Bir gün
Molla Resul'den Mutavvel'i okurken hocasına; "Burayı anlayamadım" dedi.
Molla Resul tekrar anlattı. Fakat Seyyid Fehim-i Arvasi yine
anlayamadığını söyledi. Molla Resul cümleyi birkaç defa okuduktan
sonra; "Bugün yoruldum, yarın anlatırım" dedi. Ertesi gün okudu fakat
yine açıklayamadı. O gece Molla Resul de, Seyyid Fehim de düşündüler.
Üçüncü gün aynı yere gelince, Molla Resul oradaki inceliği yine
açıklayamadı. O sırada Seyyid Fehim hocası Seyyid Taha hazretlerinin;
"Ders okurken anlayamadığın yer olursa, beni hatırla" sözünü hatırladı.
Molla Resul dersi mütâlaa etmekle meşgulken, Seyyid Fehim gözlerini
kapayıp, mürşidi Seyyid Taha hazretlerini gözünün önüne getirdi.

Seyyid
Taha elinde bir kitap ile göründü. Kitabı Seyyid Fehim'in önüne açtı.
Mutavvel'in o sayfasıydı. O satırları açık olarak okudu. Seyyid Fehim
merakla dikkat ediyordu. O cümlenin arasında bir atıf vavı (ve harfi)
fazla okudu. Seyyid Taha hazretleri kaybolunca, Seyyid Fehim gözlerini
açtı. Molla Resul'ün o satırları okuyup düşünmekte olduğunu gördü.
Molla Resul'den izin isteyip, hocasından duyduğu gibi bir (ve)
ekleyerek okudu. Molla Resul bunu işitince; "Mana şimdi anlaşıldı"
dedi. İkisi de iyice anlamıştı. Molla Resul; "Bu satırları yirmi
senedir okudum, anlattım. Fakat hep anlamadan anlatırdım. Şimdi iyi
anladım. Söyle bakalım bunu doğru okumak senin işin değil. Ben
senelerce bunu anlayamadım. Sen nasıl anladın? Bu (ve)yi okudun, mana
düzeldi" dedi. Seyyid Fehim, mürşidi Seyyid Taha hazretlerini
hatırlayıp yardım istediğini söyledi. Mürşidinden nasıl öğrendiğini
anlattı. Molla Resul; "İmandan sonra küfür yoktur" diyerek kitabı
kapattı. Seyyid Fehim ile birlikte Nehri'nin yolunu tuttular. Onlar
yolda iken Seyyid Taha hazretleri; "Seyyid Fehim güzel bir hediye ile
geliyor" buyurdu. Kısa bir müddet sonra Seyyid Fehim'le birlikte gelen
Molla Resul de Seyyid Taha hazretlerinin sohbetine kavuşup,
talebelerinden oldu. Onun huzurunda manevi olgunluğa erişip, zahiri
ilimlerde olduğu gibi, tasavvuf ilminde de yetişti. Seyyid Taha
hazretleri Molla Resul'e hilafet vererek insanlara İslamiyetin emir ve
yasaklarını anlatmakla vazifelendirdi.

Hocası ve mürşidi Seyyid
Taha hazretlerinin huzuruna tekrar dönen Seyyid Fehim, onun hizmet ve
sohbetlerinde bulundu. Seyyid Taha hazretlerine olan muhabbet ve
bağlılığı sebebiyle onun yattığı odanın dış tarafında pencereye yüzünü
döner ve sabahlara kadar ayakta durup, onun güneş gibi nur saçan
feyizlerinden istifadeye çalışırdı. Hatta bir defasında bununla
yetinmeyip, soğuk bir gecede şiddetli kar yağarken, kapının dışında
uzandı. Mübarek başını kapının eşiğine koyarak yattı. Şiddetli yağan
kar, mübarek vücudunu örttü. Fakat muhabbetle yanan kalbi ile kar
altında çeşit çeşit feyz ve bereketlere kavuştu. Seyyid Taha hazretleri
teheccüd namazını kılmak için mescide gitmek üzere kapıyı açtı. Ayağını
kapıdan dışarı atınca, Seyyid Fehim'in sırtına bastı. Seyyid Fehim
hemen ayağa kalkıp edeple mürşidinin karşısında durdu. Seyyid Taha
hazretleri; "Yeter Molla Fehim. Benim kanaatime göre bugün ilimde bir
ummansınız. Seyyid Şerif Cürcani hazretlerinden sonra ilimde
seyyidlerin yüzünü siz güldürdünüz. Bu ilmi bu kadar yere sermeyiniz"
buyurdu. Seyyid Fehim hazretleri ise; "Bu ilimden bütün istifadem,
hazretinizin bir nazarıyla olana yetişememiştir. Bendeniz menfaatimi
arıyorum" diye cevap verdi. Bunun üzerine Seyyid Taha hazretleri onu
kucakladı, gecenin karanlığında cihanı aydınlatacak manevi nurları
ihsan etti. Elini tutarak beraber mescide gittiler.

Seyyid Taha
hazretlerinin hizmet ve sohbetinde tasavvuf yolunun en yüksek
derecelerine kavuşan Seyyid Fehim, büyük bir veli oldu. Mutlak
hilafetle şereflenme zamanı gelince, üstadı Seyyid Taha onu huzuruna
çağırdı ve insanlara İslamiyet’in emir ve yasaklarını anlatmak, onların
dünya ve ahirette saadete, kurtuluşa kavuşmalarına vesile olmakla
vazifelendirdi. Fakat Seyyid Fehim; (Bu bir ağır yüktür. Ben bunu
kaldıramam.) Hem de buna layık olmadığını bildirip çekingen davrandı.
Seyyid Taha hazretleri; (Bu bir emr-i ihtiyari, isteğe bağlı bir iş
değil, emr-i zaruri olup, mecburi iştir) buyurdu. Memleketi olan
Arvas'a gitmesini emretti. Yola çıkacağı zaman tekrar huzuruna çağırdı,
kitapların içindeki mektuplarını kendisine göstererek; (Bu ihlas ve
muhabbet sizin değil midir? Neden imtina ediyorsunuz. Yemin ederim ki
sizin hilafetiniz, Resul-i ekrem efendimiz tarafından tasdik buyurulmuş
ve bütün sâdât-ı kiram büyükler tasdik buyurmuş, ben de tasdik etmek
zorundayım. Siz de kabul etmek mecburiyetindesiniz) buyurdu.

Kanaat,
tevekkül, zühd, muhabbet, rıza ve teslimiyette çok yüksek bir mürşid-i
kâmil olan ve; "Seyyid Taha'yı gördüm, tarikat ve hakikatin ne olduğunu
öğrendim" buyuran Seyyid Fehim hazretleri, hocasının emrine uyarak
Arvas'a döndü. Arvas Medresesini yeniden imar ederek talebelere ilim
öğretti. Ayrıca, ehl-i sünnet itikadını, eshab-ı kiramın yolunu
anlatarak insanların saadetine çalıştı. İslamiyet’in emir ve
yasaklarından kıl kadar ayrılmaksızın vazifesine devam etti. Her zaman
afet kabul ettiği şöhretten kaçındı. Arvas Medresesinde en az elli
talebeye ders verip Madde-i Kübra adlı eseri okuturdu. Ondan ilim
tahsil edip, mezun olanlar Van ve havâlisinde Reisü'l-müderrisin
unvanıyla anıldılar. Seyyid Fehim hazretlerinin ilim ve marifetteki
üstünlüğü kısa zamanda her tarafa yayıldı.

Seyyid Fehim
hazretleri hocası Seyyid Taha hazretlerini, ders talebesi gibi her yıl,
Arvas'dan Nehri'ye gelerek, ziyaret ederdi. Vefatından sonra, yerine
geçen biraderi Seyyid Muhammed Salih hazretlerini de ziyaret edip,
sohbetlerinde bulundu. Zira Seyyid Muhammed Salih hazretleri Seyyid
Fehim hazretlerinin sohbette üstadıydı.

Üstadının vefatından
sonra daha da tanınan Seyyid Fehim hazretleri, ilim ve fazilette iyice
meşhur oldu. Mısır, Irak, Suriye ve bu havâlide halledilemeyen
meseleler ona getirildi. Çözülemez gibi görülen müşkil meseleleri
hallederdi. Onun sohbetinde bulunmak üzere Arvas'a giden kimseler
dünyadan habersiz, nefsin ve şeytanın şerrinden emniyette olup,
muhabbet deryasına daldılar. Ondan feyz alıp, yüksek derecelere
kavuştular. Sohbet ve dersleriyle pek çok insanın doğru yola
kavuşmasına vesile oldular. Böylece, Doğu Anadolu halkının Sünni
kalmasını, bâtıl fırkaların yöreye girmemesini temin ederek, milli
birliğe çok hizmet etti. Doksanüç Harbinde Ruslara karşı Doğu Bâyezid
Cephesine gidip büyük kahramanlıklar ve muvaffakiyetler gösterdiler.

Seyyid
Fehim hazretleri hocası Seyyid Taha hazretlerinin vefatından sonra onun
emir ve tavsiyelerine sıkı sıkıya uydu. Senede iki defa Van'a teşrif
ederek halka İslamiyet’in emir ve yasaklarını anlattı. Onların dünyada
ve ahirette saadete, mutluluğa kavuşmaları için çalıştı. Vaaz ve
sohbetleriyle Van halkının İslamiyet’e bağlılığı ve bu husustaki
şöhreti arttı. "Dünyada Van, ahirette iman" sözü insanlar arasında
yaygın olarak söylenmeye başlandı. Seyyid Fehim hazretlerinin Van'a
gelişlerinde büyük bir kalabalık ve izdiham olurdu. Zamanın valisi,
askeri ve mülki erkanı onu ziyaret ederek, sohbetlerinden istifade
ederler, varsa müşkil meselelerini sorup cevaplarını alırlardı. Maddi
ve manevi bütün emirleri yerine getirilir, herkes ona saygı ve hürmette
kusur etmezdi. Böylece hocası Seyyid Taha'nın seneler önce buyurduğu;
"Van'ın fethi Arvasi hanedanından, ilim ve irfanı ile tanınmış bir
zatın vasıtasıyla muvakkaten (geçici olarak) mümkündür" sözünün hükmü
keramet olarak ortaya çıkmıştı.

İlim, fazilet ve güzel ahlakta
zamanının bir tanesi olan Seyyid Fehim hazretleri, İslamiyet’in
emirlerine ve sevgili Peygamberimizin sünnet-i seniyyesine titizlikle
uyardı. Onu sevenler namazlarını mutlaka camide cemaatle kılarlardı.
Onun en büyük kerameti, İslamiyet’in emir ve yasaklarına tam uyması,
kendisinden sonra vazifesini devam ettirecek olan Seyyid Abdülhakim
gibi âlim ve veli bir zatı yetiştirmesiydi. Bunlardan başka pek çok
kerametleri görülmüştür.

Seyyid Fehim hazretleri bir defasında
talebeleriyle Van Gölü kıyısında giderken, göldeki Ahtamar Adasında
bulunan Ermeni kilisesinden bir papaz çıkarak su üstünde yürümeye
başlar. Talebeler bunu görünce, bazılarının hatırına; "Allahın düşmanı
dediğimiz papaz, su üzerinde yürüyor da, evliyanın büyüğü, Allahü
teâlânın sevdiği, seçtiği kulu bildiğimiz, Seyyid hazretleri acaba
neden yürümez ve kıyıdan dolaşır" diye gelir. Seyyid Fehim, bu
düşünceyi anlayıp, mübarek ayaklarındaki nalınları ellerine alıp,
birbirine çarpar. Nalınları çarptıkça papaz suya batar. Boğazına kadar
gelince, bir daha çarpar. Papaz, batar ve boğulur. Sonra, böyle düşünen
talebesine dönerek; "O, sihir yaparak, su üstünde gidiyor, böylece
sizin imanınızı bozmak istiyordu. Nalınları çarpınca sihri bozulup
battı. Müslümanlar sihir yapmaz. Allahü teâlâdan keramet istemekten de
hayâ ederler" buyurdu. Kerameti ile papazın sihrini bozdu.

Diyarbakır'da
adliye müfettişi Mustafa Necati Bey isminde bir kimse vardı. Vazifeli
olarak Van'ın Müküs kazasına gitti. Bir bayram günü, bayram namazından
sonra kaymakam ve kazanın ileri gelenleri Seyyid Fehim hazretlerini
ziyarete gitmek üzere hazırlandılar. Mustafa Necati Bey de onlarla
birlikte gitmek istedi. Gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra yola
çıktılar. Yolculuk esnasında güzel şeylerden bahsedildi. Arvas'ın
yakınındaki Kırmızı Köprüyü geçtikten sonra hepsi de ayrı bir manevi
havaya girdiler. Mustafa Necati Bey de o havadan etkilendi. Fakat
kendisi içki içtiği için heybesinde iki şişe içki vardı. Arvas
kabristanının altındaki taşlıkta bu şişeleri kimseden habersiz, bir
yere sakladı. Arvas'a varıp, Seyyid Fehim hazretlerini ziyaret ettiler.

Hepsi
sırasıyla saygıyla elini öptüler. Mustafa Necati Bey de ellerini öpüp,
tasavvuf yolunda talebesi olmak istediğini bildirdi. Seyyid Fehim
hazretleri ona; "Şişe ile tarikat bir arada olmaz. Git şişeleri kır,
dök gel, öyle kabul edelim" buyurdu. Mustafa Necati Bey şişeleri oraya
koyduğunu kimsenin görmediğini düşündü. Fakat Allahü teâlâ veli
kullarına kerametle bildirir diye düşünerek gitti. Şişelerden birini
kırdı, diğerini de sıkışırsam kullanırım dedi. Seyyid Fehim
hazretlerinin huzuruna gelince; "Git öbürünü de kır gel!" buyurdular.
Mustafa Necati Bey bu durum keyfi değil, zaruridir. O şişeyi oraya
isteyerek bırakmadım. Zaruri kalırsam içerim, diye bıraktım" dedi.
Seyyid Fehim hazretleri; "Haramda zaruret olmaz" buyurdular. Mustafa
Necati Bey gidip o şişeyi de kırdı. Sonra ellerini öptü ve talebeleri
arasına girdi. Bundan sonra içki alışkanlığı kalmadı. Mustafa Necati
Bey, Seyyid Fehim hazretleri hakkında; "Türkiye'yi hemen hemen tamamen,
Arabistan'ın bir kısmını gezdim. Her yerde meşayıhtan pek çok kimseyle
karşılaştım. Bu zat gibi olgun bir fert görmedim. Peygamber efendimizi
ve Eshab-ı kiramı temsil ediyordu. Onlardaki ilim, hilm, yumuşaklık,
vakar, letâfet ve heybeti hiç kimsede görmedim" diye anlatır ve ağlardı.

Seyyid
Taha hazretlerinin oğlu Seyyid Ubeydullah Efendi hacca gitmek
istiyordu. Van'a geldi. Kendi kendine; "Arabistan'da babam Taha-yı
Hakkâri hazretlerini tanıyanlar çoktur. İlim sohbetleri olur. Yanımda
büyük bir âlimin bulunması zaruridir. Buna layık ancak babamın halifesi
Seyyid Fehim hazretleridir" diye düşünerek onları beraber götürmek
üzere Van'a davet etti. Seyyid Fehim hazretleri Van'a gelince; "Üstadım
birlikte hacca gidelim" dedi. Seyyid Fehim hazretleri özür beyan edip;
"Mali ve bedeni durumum müsait değildir" buyurdu. Seyyid Ubeydullah
Efendi; "Mal ve para işi bana aittir. Bedeni durumunuzla ilgili olarak
Mevlana Hâlid-i Bağdâdi hazretlerinin Divan'ına bakalım, ne çıkacak"
dedi. Divan'ın bazı sayfalarını açtıkları zaman Medine-i münevvere ile
ilgili beytler çıktı. Bunun üzerine karar verip birlikte hac
yolculuğuna çıktılar. İstanbul'a geçip, Fâtih'teki Reşâdiye Oteline
indiler. Onların İstanbul'a geldiklerini haber alan zamanın padişahı
Sultan İkinci Abdülhamid Han, kendilerini saraya davet etti. Sarayda
misafir edip, ikram ve ihsanlarda bulundu.

Kendisi veli olan,
âlim ve velilere çok hürmet eden Sultan İkinci Abdülhamid Han, Seyyid
Fehim hazretlerinin sohbetlerinde bulunup, duasını aldı. On iki gün
kadar İstanbul'da misafir ettikten sonra, Haydarpaşa'ya kadar
merasimle, törenle uğurladı.

Seyyid Fehim hazretleri ve Seyyid
Ubeydullah Efendi vapurla Mısır'a gittiler. Oradaki âlim ve veliler ile
görüşüp sohbette bulundular. O devrin önemli ilim merkezlerinden olan
Ezher Medresesinden yetişen âlimler, Seyyid Fehim hazretlerinin ilim ve
faziletteki üstünlüğünü kabul ettiler.

Seyyid Fehim hazretleri,
hizmetlerinde bulunan Hacı Ömer Efendiyle birlikte Câmi-ül-Ezher
Medresesine gittiler. Bir odaya girdiler. Bu odada oturan bir âlimin
etrâfında çok sayıda kitaplar ve önünde bir kağıt olduğu halde
oturduğunu gördüler. Âlim, kitaplara bakıyor fakat önündeki kağıda bir
şey yazamıyordu. Seyyid Fehim hazretleri kağıtta olan yazıyı bir defada
okuyup ezberledi. Çünkü bir defa okuduğu yazıyı ezberlemek onun
hususiyetlerindendi. Âlim kimse başını kaldırıp; "Sizin okumanız var
mıdır?" diye sordu. Seyyid Fehim hazretleri ilimle bir miktar meşgul
olduğunu bildirdi. Âlim; "Siz bu kağıttaki yazının manasını bilir
misiniz?" dedi. "Evet" cevabını alınca, hayret etti ve; "Hayret!
Câmiü'l-Ezher Medresesi (Üniversitesi) bütün şubeleri (fakülteleri) ile
bir haftadan beri bu meselenin halli için tatil edildi. Reisü'l-ulema
başta olmak üzere bütün âlimler gece-gündüz çalışmaktadır. Bu yazının
mana ve mefhumunu anlamaktan aciz kaldı" dedi. Seyyid Fehim hazretleri;
"Basit bir meseledir" buyurunca, âlim daha çok hayret etti.

Seyyid
Fehim hazretleri anlaşılamayan meseleyi izah etmeye başladı. Hayretler
vâdisinde dolaşan âlim, saygıyla kalkıp elini öptükten sonra, hemen
kağıt kalem alıp Fehim-i Arvasi hazretlerinin izahını yazdı. Adresini
alarak tekrar ellerini öptü ve ayrıldı. Seyyid Fehim hazretleri de Hacı
Ömer Efendiyle birlikte kiraladıkları eve döndü.

Bir müddet
sonra Câmiu'l-Ezher Medresesi Reisü'l-ulemâsının (rektörü) gönderdiği
dört âlim çıkageldi. Reisü'l-ulemâ tarafından Câmiu'l-Ezhere davet
edildiğini ifade ettiler. Seyyid Fehim hazretleri daveti kabul buyurup,
gitti. Büyük bir salonda Reisü'l-ulemâ başta olmak üzere beş yüze yakın
âlim büyük bir saygı ile kendisini karşıladılar. Seyyid Fehim
hazretleriyle Reisü'l-ulemâ yan yana oturdular. Sohbet başladı.
Reisü'l-ulemâ, Seyyid Fehim hazretlerine; "Efendi hazretleri! Tam
istenen şekilde açıkladığınız mesele, Câmiü'l-Ezherce müşkil ve manası
anlaşılamayan bir mesele hâline gelmişti. Cenab-ı Hakk'ın yardımıyla bu
müşkilâttan bizleri kurtardınız. Câmiü'l-Ezher size sonsuz şükrân
borçludur" dedi.

Birçok müşkil meselelerin halledildiği sualli
cevaplı sohbet, saatlerce devam etti. Bu sırada Seyyid Fehim
hazretleri, yanındaki Hacı Ömer Efendiden tütün çubuğunu doldurmasını
ve yakmasını istedi. Hacı Ömer Efendinin hazırladığı çubuktan birkaç
nefes çekip yerine koydu. Reisü'l-ulemâ, Seyyid Fehim hazretlerinden
müsaade isteyip; "Birkaç nefes de ben çekebilir miyim?" dedi. Seyyid
Fehim hazretleri müsaade ettikten sonra birkaç nefes de Reisü'l-ulemâ
çekti. Fakat bu sırada salondaki âlimler arasında fısıltılar başladı.
İki âlim gelerek Reisü'l-ulemâ'ya; "Efendim tütün içmenin kesin haram
olduğuna dair dört fetva vermiştiniz. Şimdi içiyorsunuz, hikmeti
nedir?" diye sordular. Reisü'l-ulemâ cevaben; "Yemin ederim ki bizim
ilmimiz bu zatın ilmi yanında denizde bir damla gibidir. Verâ ve
takvamız da bu zatın verâ ve takvâsı yanında yok gibidir. Bu zata
uyarak bugünden sonra tütün içeceğim. Demek ki yanılmışım. Haram
değilmiş. Haram ve günah olsaydı, bu zat ağzına koyar mıydı? Siz
serbestsiniz. Benden haram olduğunu duyan herkese haram olmadığını
duyurunuz" dedi.

Seyyid Fehim hazretlerinin sohbet ve hizmetinde
bulunanlar, kendilerini dünyadan uzaklaşmış görürlerdi. Arapça, Farsça,
Türkçe ile diğer mahalli dilleri bilirdi. Her dildeki mahareti
emsalinden üstündü. Arapça konuştuğu zaman Mısır Câmiü'l-Ezherinde
yetiştiği sanılırdı. Maddi ve manevi bütün ilimlerde derin âlim,
fesahat ve belagatları harikaydı. Seyyid Abdülhakim hazretleri onun
vasıflarını şu şekilde anlatırdı: "O, her ilimde bir okyanustu.
Derinliğine kimse inemedi. Ancak oğlu ve halifesi Seyyid Muhammed Emin
azıcık anlıyordu. Hattâ Şeyh Sa'di Şirâzi'nin Gülistan'ından bir beyt
okudular ve izah buyurdular. Bir miktarını anlayabildim. Seyyid
Muhammed Emin de bir miktar daha anladı. Sonra o da anlayamadı. Hülasa
hakikat ve inceliklerini kimse hakkıyla idrak edemedi.

Seyyid
Fehim hazretleri bir gece rüyasında Resulullah efendimizi gördü.
Resulullah efendimiz ona; "Abdülhakim'in terbiyesini sana ısmarladım"
buyurdu. Bu emir üzerine Abdülhakim Efendinin terbiyesine daha çok
ihtimam gösterip, onu tasavvuftaki vilayet-i Ahmediyye derecesine
ulaştırdı.

Seyyid Fehim hazretlerinin önde gelen talebesi Seyyid
Abdülhakim Efendi, onun sohbetlerinden çok istifade etmişti. Bir gece
benzeri olmayan bir sohbet oldu. Seyyid Abdülhakim bu sohbette
dinlediklerini kendisi için yeterli görerek; "Bu sohbet bana yeter,
alabileceğim her şeyi bu gece aldım" diye düşündü. Sabah olunca üstadı
kendisinden ibriğini istedi. Abdülhakim Efendi ibriği bir elma ağacının
altında bulunan hocasına götürdü. Bu sırada hazret-i Seyyid;
"Abdülhakim! Bu ağaç ne ağacıdır?" diye sordu. "Elma ağacıdır efendim"
diye cevap alınca; "Bu ağacın bir gövdesi, dalları, dallarında da
meyveleri vardır. Şimdi bir elmanın içindeki çekirdeği yiyen bir kurt,
ben bütün elmayı ve elma ağacını yedim, onda olanları aldım dese, doğru
olur mu?" buyurdu. Böylece Seyyid Abdülhakim Efendiye akşamki
düşüncelerinin yanlış olduğunu bildirip, daha çok gayret etmesi
gerektiğini işaret buyurdu.

Hazret-i Seyyid talebelerinin en
üstünü olan Seyyid Abdülhakim Efendiye hilafetname vermeden beş yıl
önce, kardeşlerine yazdığı mektupta buyurdu ki:
"Sevdiğim, kıymetli
Seyyid İbrahim ve Seyyid Taha. Allahü teâlâ ikinize de selâmet versin.
Size çok dua ettikten ve selam eyledikten sonra, bildiğiniz gibi
kardeşiniz Seyyid Molla Abdülhakim geçen sonbaharda buraya gelmiş, ders
okumaya başlamıştı. Bu fakir de onun dersini gayet dikkatle ve tahkik
ederek anlattım. O da gerek derste, gerek kendi çalışmalarında öylece
dikkat ve tahkik eyledi. İlimden başka bir şeye bakmasına vakit
bırakmadım. Şimdi, zamanımızdaki usule göre kitapları bitirdi. Bu
fakir, âlet ilimlerini, fıkıh ve hadis ilimlerini okutmak için,
üstadlarımdan nasıl mezun olduysam, onu da öyle mezun eyledim. Sizler
artık ona kardeş gözüyle bakmayınız. İlmin şerefini gözetmek için ona
karşı çok tevazu gösteriniz. Bunları sizin iyiliğiniz ve yükselmeniz
için yazıyorum. Bundan başka ilme tevazu göstermek, Allahü teâlâya
tevazu etmek demektir. Bu kısa yazımdan çok şeyler anlayınız! Esseyyid
Fehim."

Seyyid Abdülhakim Efendiye 1882 senesinde zâhiri
ilimlerde icazet, diploma verdiği gibi, 1888 senesinde tasavvufta
Nakşibendiye, Kâdiriye, Sühreverdiye, Çeştiye ve Kübreviye yollarından
hilafet de verdi. İnsanlara İslamiyet’in emir ve yasaklarını anlatmakla
vazifelendirdi. Seyyid Abdülhakim'e yazdığı bir mektupta buyurdu ki:
"Sevgili oğlum, gözümün nuru Seyyid Molla Abdülhakim! Size, sonsuz
dualarımı bildirdikten sonra arz edeyim ki, uzun zamandan beri, sizden
haber almadığım için, gönlüm çok üzülüyor. Allahü teâlâ her gizli
şeyleri bilir. O şahiddir ki, kalbim hemen her zaman seninledir
diyebilirim. Beni bu üzüntüden kurtarmak için, görünür görünmez
hallerinizi sık sık bildirmelisiniz! Böylece sevgi bağları oynatılmış
olur. Eğer o, gözümün nuru buradaki fakirlerden soracak olursa, Allahü
teâlâya hamd ve şükürler olsun! Bedenimizin ve etrafımızın rahatı ve
selameti günden güne artmaktadır. Hak teâlâ, biz fakirlerin ve bütün
kardeşlerimizin kalblerine selamet ihsan buyursun! Âmin. Şeyh
Abdülhamid'e ve Şeyh Hasan'a ve Seyyid İbrâhim'e bu fakirin dualarını
bildiriniz! Taha Efendiye ve Mazhar Efendiye dua ederim. Her kime uygun
görürseniz, bu fakirin dualarını bildirmek için, vekilimsiniz. Bundan
başka, Nehri'de olanların, doğru eğri hepsinin hallerini yazınız.
Ayrıca, Nasturilerin taşkınlık yaptıklarını, dört yüz müslüman
öldürdüklerini işittik. Bunların neler yaptıklarını ve ne için
yaptıklarını da bildirmenizi istiyorum. Vesselam. Duacınız günahkâr
Seyyid Fehim."

Ömrünü İslamiyet’i öğrenmek ve öğretmekle geçiren
Seyyid Fehim hazretleri vefatından altı ay öncesinden itibaren sefer
hazırlığına başlamıştı. Sohbetlerinde her zamankinden daha çok ölümden
bahsediyordu. Şimdi medfun bulunduğu kabr-i şerifin yerine bakarak,
Arvas kabristanına defnedilenlerin imanlı olduğu takdirde bütün
günahlarının affedileceğini beyan buyururlardı.

Ömrünün son
günlerine doğru rahatsızlığı fazlalaştı. Bir Cuma günü hasta haliyle
camiye gitti. O gün halifesi ve oğlu Seyyid Muhammed Emin Efendi beliğ
ve hazin bir hutbe okudu. Caminin arkasındaki çeşmeye kadar saflar
bağlamış olan cemaat bu hutbenin tesiriyle mahzun olup, ağladı. Seyyid
Fehim hazretleri Cuma namazını oturarak kıldı. Sonra da Seyyid
Abdülhakim Efendi, Seyyid Muhammed Emin Efendi, Halife Derviş ve Halife
Ali adlı dört halifesini huzuruna davet buyurarak vasiyetlerini şöyle
bildirdi:

"Kitaplarımı Arvas Kütüphanesine vakfettim. Benim
bildiğim kimseye borcum yoktur. İhtiyaten ilan edin. Şayet alacaklılar
çıkarsa, ne kadar iddia ederlerse, Muhammed Emin tereddütsüz versin.
İlmin ve Nakşibendiye yolunun yayılmasına ihtimam gösteriniz. Seyyidim
ve senedim Seyyid Taha-yı Hakkâri hazretlerinin, her sene asgari bir
defa Van'a gidip halkı irşad için fakire olan emirlerini yerine
getiriniz...”

Vasiyetine devam ederek; "Benden sonra çok fitne
çıkacak, kadınlardan haya perdesi kalkıp, çarşı pazarlarda
dolaşacaklar. İslam, Abdülhamid Hanla kâimdir" buyurdu. Bir ara Seyyid
Abdülhakim Efendiye dönerek; "Cenab-ı Hak sizi muhafaza edecektir"
buyurdu ve İbrahim aleyhisselamın ateşte yanmadığı kıssasını anlattı.
"Ehl-i sünnet itikadının, eshab-ı kiramın yolunun yayılması için
elimden geldiğince, kıl kadar ayrılmamak üzere hizmet ettim. İnşâallah
mesul değilim. Tam tetkik etmeden fetva vermeyiniz. Ruhsatlarla
yetinmeyiniz. İmkan oldukça azimetleri esas kabul ediniz" buyurduktan
sonra bir müddet kimseyi yanlarına kabul buyurmadılar. Allahü teâlâyı
anmakla ve ibadetle meşgul oldular.

Fehim-i Arvasi hazretlerinin
hastalığını duyanlar uzak yakın her taraftan gelip ziyaret ettiler.
Tedavi için doktorlar getirdiler. Vefat ettiği günün ikindi namazını
oturarak kılan Seyyid Fehim hazretlerinin mübarek vücutları secdeden
mübarek başını kaldıramayacak derecede zayıflamıştı. Oğlu Seyyid
Muhammed Emin Efendinin yardımıyla başını secdeden kaldırabiliyordu. Bu
sırada hüzün ve üzüntü Arvas ve etrafını kaplamış, evin etrafında
yüzlerce seveni ve talebesi onun iyileşmesi haberini bekliyordu. O
sırada renk renk, çeşit çeşit kuşlar geldiler, havada sıra sıra durarak
herkesin hissettiği şekilde hüzünlerini izhâr ettiler. Yüzbinlerce kuş,
Arvas üzerinde şemsiye gibi gölge ettiler. O arada gaybdan bir ses; "Yâ
eyyetühennefsü'l-mutmeinneh..." âyet-i kerimesini sonuna kadar okudu.
Secdeden başını kaldırıp "Er-Refiku'l-a'lâ" dedikten sonra sesli bir
kelime-i tevhidden sonra 1895 senesi Şevval ayının on beşinci Salı günü
ruhunu teslim etti.

Seyyid Fehim-i Arvasi hazretlerinin Arvas'ta
bulunan kabri, sevenleri tarafından ziyaret edilmekte ve
bereketlerinden faydalanılmaktadır. Vesile edilerek yapılan dualar
kabul olmaktadır. Çocuğu olmayanlar çocuğa sahip olmakta, hasta olanlar
şifaya kavuşmaktadırlar.

Gece evden niçin ayrıldılar?
Seyyid
Fehim hazretleri her sene Van'a gelişinde bir müddet kalırdı. Âşıkları
toplanır, feyz alırlardı. Genellikle kendisini çok seven mahkeme
başkâtibi Ahmed Beyin evinde misâfir olurdu. Bir sene Ahmed Bey hacca
gitmişti. Van'a bir gelişinde yine onun evinde kaldı. Bir gece yarısı
yakınlarından birini çağırdı ve; "Arkadaşlarını uyandır! Şimdi buradan
çıkıp, falan eve gideceğiz" buyurdu. O kimse; "Efendim gece yarısı
gitmek ayıp olur. Yarın gitsek olmaz mı?" dedi. "Hayır şimdi gideceğiz.
Hem Ahmed Beyin oğullarına da haber ver" buyurdu. Durumu öğrenen Ahmed
Beyin oğulları gelip yalvardılar. "Efendim bir kusur yaptıksa af
buyurun. Bizden ayrılmayın. Babamız işitirse üzülür. Biz ona ne cevap
vereceğiz, lutfediniz, ihsan ediniz! Kabahatimizi bağışlayınız"
dediler. Çok göz yaşı döktüler. Seyyid Fehim hazretleri; "Hayır sizden
çok razıyım, bize her hizmeti fazlası ile yapıyorsunuz. Sizlere dua
etmekteyim. Fakat şimdi gitmemiz lazım" buyurdu. Ahmed Beyin oğulları;
"Emir buyurduğunuz gibi olsun" dediler. Gece yarısı sevdiklerinden bir
başkasının evine gittiler.

Ertesi gün oğlu Muhammed Emin Efendi,
Ahmed Beyin oğullarının pek çok üzüldüklerini söyledi ve; "Babacığım o
evde sabaha kadar kalsaydık ne olurdu?" diye sorunca, Seyyid Fehim
hazretleri; "Oğlum! Şimdi kimseye söyleme. Bu gece Ahmed Bey Mekke-i
mükerremede vefat etti. Ev yetim evi oldu. Mal mirasçılara kaldı.
Evvelce her şeyi kullanıyor, yiyip içiyorduk. Çünkü Ahmed Beyin seve
seve helal edeceğini biliyordum. Şimdi ise tanışmadığımız
mirasçılarının hakkı olduğundan bir şeyi kullanmak caiz olmaz. Kul
hakkından kaçınmak için acele ayrıldım" buyurdu. Bir ay sonra hacılar
döndü. Herkes geldi. Ahmed Bey gelmedi. "Bir gece yarısı Mekke'de vefat
etti" dediler. Hesap ettiler, Seyyid Fehim hazretlerinin evden
ayrıldığı geceye rastlıyordu.

Şeyhin seni öldürtmez
Van'ın
Gürpınar Muhammed Pirân aşiretinden Ali isminde bir zat gelerek Seyyid
Fehim hazretlerine talebe oldu. Bir yolculuk sırasında vaktiyle hasmı
olan bir kimse yolunu kesti. Ali ismindeki zatı öldürmek üzere silahına
sarıldı. Nişan aldığı sırada Ali ismindeki zat; "Beni öldürme! Hazret-i
Şeyhe (Seyyid Fehim) talebe oldum. Bütün dünya düşüncelerinden
sıyrıldım" diyerek, hasmını ikna etmeye çalıştı. Fakat silahlı kimse
onu dinlemeyip silahının tetiğine bastı. Beş tane fişeği vardı. Hepsini
attı fakat hiç ses duyulmadığı gibi, Ali Efendiye de herhangi bir şey
olmadı. Silahlı kimse, fişek yuvasına baktı, fişekleri göremedi.
Olanlar karşısında şaşırıp kaldı. "Şeyhin seni öldürtmez" diyerek
ayrılıp gitti.

Ali Efendi bir müddet sonra Seyyid Fehim-i Arvasi
hazretlerini ziyaret etmek üzere Arvas'a gitti. Ziyaret esnasında
Seyyid Fehim hazretleri ona; "Köyün tepesinde çok korktunuz mu?" diye
sordu. Ali Efendi; "Evet efendim" dedi. Seyyid Fehim hazretleri
oturduğu postun altından beş adet fişeği çıkararak Ali Efendiye verdi
ve; "Kul hakkıdır. Üzerimizde kalmasın" buyurup fişekleri sahibine
vermeyi emretti. Ali Efendi bu fişekleri sahibine götürüp verdi. Hadise
sırasında zaten hayret içinde kalmış olan silahlı kimse, yaptıklarına
pişman oldu. Tevbe edip, Arvas'a gitti ve Seyyid Fehim hazretlerine
talebe oldu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Seyyid Fehim-i Arvasi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Seyyid Şahabettin Erzurumi
» Seyyid Mevlana Muhammed Kasım Zilan

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Fatihlilerin Buluşma Meydanı :: DİNİ BÖLÜM :: Allah (cc.) Dostları-
Buraya geçin: