Fatihlilerin Buluşma Meydanı
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Fatihlilerin Buluşma Meydanı

Fatihli olmak bir ayrıcalıktır...
 
AnasayfaKapıLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Bediüzzaman Said Nursi

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
LordReco
USTA KULLANICI



Mesaj Sayısı : 115
Kayıt tarihi : 01/11/09

Bediüzzaman Said Nursi Empty
MesajKonu: Bediüzzaman Said Nursi   Bediüzzaman Said Nursi I_icon_minitimePerş. Kas. 05, 2009 11:49 pm

Bediüzzaman Said Nursi,1873 te Bitlis in Hizan ilçesine bağlı İsparit
nahiyesinin Nurs köyünde doğdu. Babasının adı Mirza,annesinin
Nuriyedir.Ağabeyi Molla Abdullah'ın ilim tahsil etmesinin kendisine
kazandırdığı itibara imrenerek 9 yaşında Tağ köyünde Muhammet Emin
Efendi'nin medresesinde(alttaki resim) öğrenime başladıysa da çok
geçmeden Nurs'a döndü ve haftada bir gün gelen ağabeyinden temel
bilgileri öğrenmekle tahsilini devam ettirdi. Öğreniminin en verimli
safhası, 15 yaşındayken 1888'de Muhammet celalî'den ders aldığı üç
aylık devredir. O zattan Molla Cami'den nihayete kadar, ortalama on
yılda okutulan bütün metinleri üç ayda okuyup diploma aldı. Kitaplardan
sadece anahtar bilgileri öğreniyordu.alet ilimlerini kapsayan bu
Öğrenimin ardından,sıcaktan kavrulmuş toprağın suyu yutması gibi temel
ilimlere yöneldi. Usûl'den Cem'ül-cevâmi, Kelâm'dan Şerhül-Mevâkıf gibi
ağır metinlerden günde ortalama iki yüz sayfalık bir kısmı anlayarak
okuyordu.Bu sıralarda Şirvandaki ağabeyinin yanına gittiğinde icâzet
aldığını söyleyince o inanmamış, sıkı bir sınamadan sonra küçük
kardeşinin kendisini geçtiğini görerek talebelerinden gizlice ondan
ders almaya başlamıştı.

Bediüzzaman Said Nursi Dogduguev1

Siirt'teMolla
Fethullah da imtihan sonucunda durumunu tespit etmiş, yanında bulunduğu
bir hafta içinde, günde bir-iki saatlik meşguliyetle Sübkî'nin Usûl-i
Fıkh'a dair Cem'ül Cevâmi eserini ezberlediğini görünce ''zeka ile
hafıza kuvvetinin ifrat derecede bir kimsede bir araya gelmesi
nadirdir'' deyip hayretini belirtti ve kitabına şu cümleyi yazdı
(Cem'ul Cevâmi Kitabının tamamını bir haftada ezberlemiştir.) sonunda
ünü, Siirt, Bitlis gibi bölge valilerinin, O'nu korumaya mecbur
kalacakları boyutlara vardı.

Bediüzzaman Said Nursi Tagmedresesi1

Tillo'da
Kubbeyi Hasiye türbesinde inzivada Kamus'u Muhit'i ezberlerken bir gece
Abdülkadir Geylâni'yi rüyasında görür. ''Git Miran aşireti reisi
Mustafa Paşa'yı hidâyete davet et; zulümden vazgeçip namaza, emr'i
ma'rûfa başlasın der'' Molla Said, derhal Miran aşiretine doğru
Tillo'dan hareket eder. Büyük bir cesaretle tebliğini yapar. Paşa,onu
öldürmeye kalkar fakat sonunda yola gelir. Bir süre Mardin'de ikamet
eden Molla Said, çok genç yaşta içtimayî ve siyasî hadiselerle
ilgilenmeye başlar. Kendisinden endişelenen Mardin mutasarrıfı onu,
muhafızlarla kelepçeli olarak Bitlis Valiliğine sevk ettirir. Namaz
kılmak için kelepçelerinin çözülmesini ister. Jandarmalar kabul
etmeyince kendisi açar. Jandarmalar, bu hali keramet addedip hayretler
içnde kalırlar; özür dileyip her türlü hizmete amade olduklarını
söylerler. İleriki yıllarda Bediüzzaman'a; ''kelepçeleri nasıl açtın?''
diye sorulunca ''Bende bilmiyorum, olsa olsa namazın kerametidir''diye
cevap vermiştir. Bitlis'te vali ile bazı memurların
içki alemi yaptıklarını öğrenince emr-i maruf yapar. Önce hiddetlenen vali, az
sonra onu geri çağırtarak, ''Herkesin bir üstadı vardır. Artık benim de üstadım
sensin der.'' Der. İşbu Vali Ömer Paşa ona sarayında yer ayırır, ısrarla iki
sene misafir eder, kızı ile evlendirme isteğini Bediüzzaman kabul etmez. Birgün
meşhur şeyhlerden Muhammet Küfrevî'nin kendisine bedua ettiğini işitince onu
ziyaret eder. Küfrevi hazretleri kendisine iltifat edip teberrüken ders verir.
Said'in bir hocadan okuduğu en son ders budur. Böylece o haberin asılsız olduğu
da ortaya çıkmıştır. Van Valisi Hasan Paşa'nın daveti üzerine 1893'te 15 yıl
sürecek olan Van ikametini başlar. Burada öğretim ve irşad hizmetini yaparken
hükûmet görevlileri ve muallimlerle de temasta bulunur; geleneksel ve Kelâm
ilminin, islam akâidini yeni dünya şartları karşısında açıklamaya yetmediği
kanaatine vardı ve fen bilimlerini öğrenmeye koyuldu. Coğrafya, matematik,
fizik,kimya, jeoloji, astronomi, biyoloji, tarih ve felsefe'ye dair kitapları, o
ilimlerin uzmanlarıyla konuşacak derecede öğrendi. Molla Said, kendisine has bir
öğretim usûlü geliştirdi. İlim ehli ona ''Bediüzzaman'' lakabını vererek değişik
özelliklerini ifade etmek istediler. Bulunduğu ortamda yaşayan âlimlerden, şu
yönlerde farklı bir tutumu vardı: 1-Maaş ve hediye kabul etmiyordu. 2-Kendisine
sorulan tüm sorulara cevap verdiği halde ilim ehlinden hiç kimseye soru
sormuyordu. 3-talebelerini da zekât ve hediye kabülünden men ediyordu. 4-
Dünyada mücerred kalmak istiyor; ev,bark, eşya, aile kaydı altına girmiyordu.
Günün birinde Vali Tahir Paşa, bir gazetedeki şu müthiş haberi gösterir:
İngiltere Sömürgeler Başkanı Gladston, mecliste Kur'an'ı gösterip ''müslümanları
bu kitaptan uzaklaştımadıkça onlara tam hâkim olamayız.'' Demiştir. Bu dehşetli
haber, Bediüzzaman'ın şahikasına ulaşmış olan iman heyecanında dalgalanmalar
meydana getirerek ; ''Kur'an'ın sönmez ve söndürelemez mânevi bir güneş olduğunu
Dünyaya isbat edeceğim ve göstereceğim! Der. Fen bilimleri adına Batı'dan
gelecek dalâletlere karşı koymak üzere ideal edindiği üniversiteyi Van veya
Diyarbakır'da açmak düşüncesiyle 1896'da İstanbula gider.Netice alamayınca aynı
maksatla 1907 yılında İstanbul'a ikinci defa gitti.İstanbul Fatih semtindeki Şekerci Han'a yerleşir(alttaki resim.)

Bediüzzaman Said Nursi Sekercihan1

Kısa zamanda İstanbul'da
şöhreti
yayıldı.Dinî ilimler alanında sorulan her soruya ikna edici cevaplar
dair o zaman üniversit öğrencisi olup bizzat kendisine soru soran Hasan
Fehmi Başol (Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi ve başkanı), Ali Himmet
Berki (Yargıtay Başkanı) gibi- birçok şahid vardır.
Hilafet
merkezinde siyasî temaslarla İslâm'ahizmeteden Bediüzzaman meydanlarda,
kürsülerde sık sıgörünüyordu.meşrutiyetin ilanından sonra bazı
arkadaşlarıyla İttihad-ı Muhammedî cemiyetini kurdu.Bütün müslümanları
üyesi sayan bu cemiyet, hızlı bir gelişme kaydetti. Geldiği ileri
sürülen ''Hürriyet''in şer'î sınırlar çerçevesinde kalması için gayret
gösteriyordu. Tanin, İkdam, Serbesti, Mizan, Şark ve Kürdistan,Volkan
gibi çeşitli gazetelerde yazıyordu. Devrin siyasi şartları içerisinde
ve kaygan siyaset zemininde,geleneksel saltanat idaresinin devamının
zor olduğun düşünüyor,bundan dolayı meşrutî idareyi bir çare olarak
görüyordu. ''Eski hal muhal,ya yeni hal ya izmihlâl'' diyordu.Said
Halim Paşa, Babanzade Ahmet Naim,Filibeli Ahmet Hilmi, Mehmet Akif,
Elmalılı M.Hamdi gibi birçok İslâmcı ilim ve fikir adamı da böyle
düşünüyorlardı. Fakat çok geçmeden İttihat ve Terakki hükümetinin, daha
çok menfi tesirler altına girdiğini görünce doğru bildiğini söylemekten
geri durmamıştır. Bu arada 31 Mart hadisesi oldu; birçok hoca arasinda
o da tutuklanıp idam istemiyle yargılandı. Sıkı Yönetim Mahkeme Başkanı
Hurşit Paşa'nın:''Sende Şeriat istemisşin öyle mi?'' sorusuna şu cevabı
verdi: ''Şeriatın bir hakikatına bin ruhum olsa feda etmeye
hazırım.Zira Şeriat,sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir.Fakt
ihtilalcilerin istediği gibi değil!'' Kendisine yapılan ithamlara karşı
yaptığı uzun savunma,daha sonra iki defa tab edilmiştir. Cesurca
müdafaası neticesinde idam beklerken beraat etti. Mahkeme heyetine
teşekkür etmeksizin mahkemeden çıktı. Beyazıd'dan sultanahmed'e kadar
kendini izleyen bir halk kitlesi önünde ''Zalimler için yaşasın
cehennem!'' nidasıyla ilerledi. İsyan eden sekiz taburu itaate sevk
ettiği sabit olunca Sıkı Yönetim Mahkemesi, onun isyana katılmadığını
anlamış ve beraat ettirmişti. bu olaydan sonra İstanbul'da fazla
kalmaz, 1910 yılında Van'a gitmek üzere İstanbul'dan ayrılır, Batum
yoluyla Van'a giderken Tiflis'e uğrar. Tiflis'te Şeyh San'an tepesinde
bir Rus polisiyle ilginç bir konuşması olur.İslam'ın geleceğinden
ümitli olduğunu ifade etmesi üzerine polisin çağdaş müslümanların esir,
zayıf fakir olup varlık göstermelerinin imkansız olduğunu söylemesine
karşılık verdiği şu keramet cevap 90'lı yıllardan sonra meşhur
olmuştur: ''Müslümanlar tahsile gitmişler ; işte Hindistan, İslâm'ın
kabiliyetli bir evladıdır,İngiliz lisesinde okuyor. Mısır İslam'ın,
zeki bir mahdumudur,İngiliz Mülkiye mektebinden ders alıyor,Kafkas ve
Türkistan İslamın iki bahadır oğullarıdır,Rus harbiyesinde talim
ediyorlar''(Nur talebelerin'den bir hizmet grubu 1995 yılında Tiflis
şehrinde bir özel lise açmışlardır.) Daha sonra Van bölgesini dolaşarak
ilmî içtimaî konularda etrafı aydınlatır. Gezileri esnasında kendisine
sorulan surulara verdiği cevaplar,Münâzarat adlı bir kitapta
toplanmıştır. 1911 kışında Şam'a gittiğinde oralı bazı âlim dostlarının
ricası üzerine Emevi Camii'nde(alttaki resim) tarihi bir hutbe verdi(bu
hutbenin Arapça orijinali küçük bir kitap halinde iki defa
yayınlandılktan sonra bizzat müellif tarafından Türkçe tercümeside
yayınlanmıştır).

Bediüzzaman Said Nursi Emevicami1

Bu hutbede İslâm dünyasını geri bırakan etkenlerin şunlar
olduğunu
tespit eder: 1-Yeis. 2-Toplum hayatında sıdkın (doğruluğun) ölmesi.
3-Düşmanlık arzusu.4-Mü'minleri birbirine bağlayan manevi bağları
bilmemek.5-İsdibdat. (Baskı).6-Şahsî menfaat peşinde koşma. Bu
hastalıkların ardından tedavi yollarını da göstermektedir. Bu hutbenin
bir yerinde, 50 sene sonra gelecek nesillere hitab ettiğini söyler
ki,yirminci asrın son üçte birinde onun eserlerinin daha büyük bir
yayılma göstermesi,bu hitabın tam yerinde olduğuna delil teşkil eder.
1913 yılında, Van'da kurmayı planladığı üniversite için devlet, 19 bin
altın tahsis ettiysede şim- diki üniversite kampüsünün de yerleştiği
Edremit semtinde temeli atılan üniversite, 1. Dünya Savaşı sebebiyle
tamamlanamadı. 1915 yılında cihad fetvasına beş alimden biri olarak
imza attı. Fetvayı kuzey Afrika'da dağıtıp Van'a
döndü.BEDİÜZZAMAN,fiilî olarak da cihadın içindeydi. Kafkas cephesinden
sonra Van ta- rafına geçip, Anadolu savunmasına katıldı Çoğunu
talebelerinin oluşturduğu gönüllü milis kuvveti, beş bin kadar askerden
meydana geliyordu. Bir yandan bu alaya kumanda eder iken fırsat
buldukça at üstünde talebelerinden Molla Habib'e İşârât'ül-İ'caz
tefsirini arapça olarak yazdırıyordu. Bitlis müdafaası esnasında
birliğinden üç talebesiyle kalıncaya kadar çarpıştı.

Bediüzzaman Said Nursi Suarki1

Sonra yaralı bir vaziyette esir düşüp Sibirya'daki Koşturmaya'ya gönderildi.
(yandaki
resim) Bir esir kampını teftişe gelen Rus Başkumandanı Nikola
Nikolaviç'in önünde herkes ayağa kalkarken o kalkmadı.Sebebi sorulunca
''ben İslâm alimiyim. İmanlı kimse gayri müslime kıyam edemez''
cevabını verdi.Kum- andan idamını emretmişken Bediüzaman'ın son arzusu
olan iki rek'âtlık namazından sonra emri- ni geri aldı.Bu hadiseyi
kendisi anlatmamış,esir kampında beraber bazı zâtların tanıklığına
dayanarak tarihçi Abdurrahim Zapsu (Ehl-i Sünnet
Mecmuası,1948,c.2,sayı: 46) yayınladıktan sonra tasdik etmiştir.
Komünizm ihtilali ile sarsılıp bölünen Rusya'nın karmaşıklığından
faydalanarak 4 yıl süren esaretten firar ile kurtulup Petrsburg,
Varşova, Viyana yoluyla 1334 yılında İstanbul'a dönmeye muvaffak olur.

Bediüzzaman Said Nursi Pasport1

Dünya
savaşından donra, 1918 yılında kurulup Osmanlı Devleti'nin en din
kurulu durumunda olan Dar'ül-Hikmeti'l-İslâmiye üyeliğine Orduy-ı
Hümayun adayı olarak tayin edildi. Bu kurulda İzmirli İsmail Hakkı,Şeyh
Saffet (yetkin) gibi zâtlar üye olup Mehmet Akif de kurulun genel
sekreteriydi. Harbin sonuna doğru İngiliz siyasetinin iç yüzünü ortaya
koyan Hutuvvât-ı Sitte adlı risâlesini yayınlamış ve İstanbul'un her
tarafına dağıttırmıştı. İngilizler 1920 yılında İstanbul'u işgal edince
bu risâle, İngiliz Başkumandanına gösterilir ve BEDİÜZZAMAN'ın bütün
kuvvetiyle aleyhte bulunduğu kendisine ihbar edilir. Kumandan onu idam
etmeye niyetlendiyse de böyle bir hareketin,Doğu Anadolu'da büyük bir
kargaşaya ve İngiliz aleyhtarlığına sebeb olacağı yönün - deki
uyarıları dikkate alarak bu kararından vazgeçer. İşgal döneminde
İngiltere Angligan Kilisesi baş papazı, İslâm hakkında kapsamlı altı
soru ha- zırlamış ve yetkili din âlimlerinin cevaplarını istemişti.
Elmalı'lı Muhammet Hamdi Yazır, Abdülaziz Çavuş gibi bir kaç zât,küçük
bir kitap çapında cevaplar hazırladılar. BEDİÜZZAMAN ise ''Ben onlara
bir tek kelimeyle bile cevap vermem Cevabım tükürüktür'' deyip bu
tutumunun sebebini şöyle açıklamıştır:''Çünkü zalim devletin,ayağını
boğazımıza bastığı dakikada, papazlarının mağrur bir eda ile suâl
sormasına karşı yüzüne tükürmek lâzım gelir.'' Bu cevap, onun farkını
ve mizacını gösteriyor. Üstad, bu kişilerin maksatlarını keşfedip:
''İşte biz, adamı böyle yeneriz. Şayet sizin dininiz hak olsaydı bu
perişan vaziyete düşmezdiniz. Şimdi bizim üstünlüğümüzü anlayın
bakalım!'' dercesine bu soruları yönelttiklerini keşfedip bu ağır
cevabı vermişti. 5 Mart 1920'de Hamdullah Suphi, V. Ebuziyya, Mazhar
Osman, F. Kerim Gökay, Süheyl Ünver, M. Şekip Tunç ve Hakkı Tarık Us
ile Yeşilay'ı kurdu. 1921 yılının Ocak ayında İskilipli Atıf Mustafa
Sabri, Ermenekli Saffet efendilerle Müderrisler Cemiye'tini kurdu.
Anadolu'da başlatılan İstiklâl hareketini destekledi. Şeyhülislâm
Dürrizâde'nin bu hareket aley- indeki fetvasının, esaret altında
verilmiş olduğundan geçersiz olduğunu belirtti.

Bediüzzaman Said Nursi Barlaevi1

İstanbul'daki
önemli ve başarılı hizmetlerinden dolayı Ankara hükûmeti, onu Ankara'ya
davet etti. ''Ben tehlikeli yerde mücadele etmek istiyorum'' diyerek bu
teklifi kabul etmedi. Zaferden sonra 9 Kasım 1920' de davet tekrarlandı
ve bu defa kabul etti. Meclis'de,resmî karşılama töreni yapılmasına
dair karşı çıktı.Mebusların dinî yönden lâkayd olduklarını görünce 19
Ocak 1923'te üç sayfalık bir beyannname dağıtarak onları uyardı.Namaz
kılanlara altmış mebus daha katıldı.Namazgâh olan küçük bir odayı,
büyük bir mescid haline getirtti.İdealindeki üniversiteyi gündeme
getirdi; 163 milletvekilinin oyu ile bu iş için yüzellibin banknot
ödenek ayrıldı. Bediüzzaman, İslâm âleminde bir dirirliş olacağına dair
kuvvetli ümidi sebebiyle Ankara'ya gelmişti.Gençliğinden bu yana tüm
çabaları hep bunun içindi.Siyasî açıdan bu yöndeki son
teşebbüsü,Ankara'da oldu.Fakat karşısına kuvvetli engeller çıktı. Bir
gün Meclis'te, Mustafa Kemal Paşa ile iki saat kadar görüşmüş;
yapılacak inkılâbın Kur'an'dan kaynaklanması gerektiğini,Avrupalıları
taklit etmenin doğru olmayacağını anlatmıştı.Mustafa
Kemal,Bediüzzaman'ın nüfûzundan istifade etmek için ona
mebusluk,Darü'l-Hikmeti'l-İslâmiye gibi Diyanet'te azalık ve Şark Umumi
Vaizliği'ni teklif eder.Fakat Bediüzzaman kabul etmez.Meclis'teki
ortamı da değerlendirerek siyaset alanında yapacağı bişey kalmadığını
düşünür;Van'a gidip Erek dağında bir mağarada inzivaya çekilir.Bu
düşünce, aslında başka bir alandaki hareketi planlamak gayesiyle
yapılan bir gerilim, koşmak için yapılan bir geri çekilmeydi.Dalâletin,
ilim ve medeniyet kisvesiyle girdiği, yöneticilerin çoüunun Avrupai
fikirlere meftun olduğu, dini faaliyetlerin yasaklandığı,dinî eğitim
veren okulların kapatıldığı, totaliter tek parti yönetimin hâkim olduğu
bir dönemde teşkilâttan mahrum olarak dinî hizmetrealitede yok
sayılırdı.Bediüzzaman, neticesiz kalmaya mahkum ani çıkışlara iltifat
etmemiş;İslâm beldelerinden birine yerleşme,orada hizmete devam etme
tekliflerini de kabul etmemiştir.O,her zaman mücadelenin kzıştığı yeri
tercih etmiştir. SÜRGÜN EDİLMESİ Diyarbekir tarafında ortaya çıkan şeyh
Said harekeine katılmadığı halde o kıyamın neticesinde(Şubat 1925),kış
mevsiminde Erzurum ve İstanbul'dan sonra Burdur'a sürüldü.7 ay orada
kaldıktan sonra büsbütün tecrid etmek gayesiyle 1926'da, Isparta'ya
bağlı dağlık ücra bir köy olan Barla'ya gönderildi.

Bediüzzaman Said Nursi Tesrifevleri1

Barla
da tecrit edmesine rağmen,Allah Teâlâ, kendi hesabının, mahlukların
hesabını bozacağına aşikar bir delil göstermek istiyordu.dağ başında
bir köydeki birkaç köylüyle bile görüşmesi yasaklanmış, devamlı gözetim
altında ihtiyar, garip, fakir bir insanın yazdığı hakikatleri dünyanın
her tarafına yayıp hidayete susamış gönüllere ulaştırabileceğini
gösterdi.Yanında Kur'ân-ı Kerîm'den başka kitabı yoktu. Barla öyle bir
dirilişe kaynak oldu ki bir tarihçinin tesbitiyle "Türkiye'de
dinsizlerin planını altüst etti."İman hareketi, dolaylı olarak içtimaî
bir de netice aldı; Ceberrut Halk Parti idaresini de -şefi İsmet
İnönü'nün ikrarı ile- deviren hareket oldu. Barla sürgünü ile
Bediüzzaman'ın, 1925-1960 yılları arasında otuzbeş yıl süren
hapis,sürgün,baskı dönemi başlamıştı.Üstad, yazma bilmekle beraber
hattı düzgün ve güzel değildi.Bazı kâtiplere yazdırır,elden ele
kopyalar çıkarmak suretiyle eserler yayılır, yazılanları da müellif
bizzat tashih ederdi.Matbaadan istifade imkânı yoktu.Bunun siyasî ve
malî sebepleri vardı elbette.Fakat asıl kültürel boyut üzerinde durmak
gerekir.Üstad,harf inkılâbının bir emirle bin yıllık mazi ve kültürle
ilgisinin kesilmesine karşı yeni nesile,Kur'ân harfleriyle yazılan eski
kültürümüzü tanıtmak istiyordu.Risale-i Nur, yazılışından otuz yıl
sonra,1956'da matbaada basılabildi.Üstad, o kadar zor şartlarda otuz
sene boyunca bu işin ekol olaerak belki de tek temsilcisi oldu.Fotokopi
hatta teksir makinasının bile olmadığı zamanda tek çare, bakarak el
yazısı ile nüsha çoğaltmak oluyordu.Bir kitaptan tek bir suret elde
edebilmek için haftalarca aylarca yazmak gerekiyordu.Kâtip sayısı
sınırlıydı.İşte Risale-i Nur hizmeti, şakirtlerin kollarını matbaa
haline getirti.Altıyüzbin nüsha eser böylece çoğaltıldı ki böyle bir
çalışma, tarihte misli görülmemeiş bir çalışmadır.Kısa bir zaman sonra
Üstad'ın sade fakat en şiddetli baskı dönemlerinde olduğu gibi
serbestlik zamanında da pek semereli olan teşkilâtı kurulmuş
bulunuyordu:Yerleşim merkezlerinde talebelerin irtibat merkezi olan
medrese(dershane),kâtip talebeler, kitap ve mektup taşıyan Nur
postacıları.Üstad, barla 'da sekizbuçuk yıl kaldı.Onun boş durmadığını
gören islâm aleyhtarları rejim aleyhinde cemiyet kuruyor iddasında
bulundular.1935'de Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi, hakkında dava
açtı.Neticede keyfî olarak , tesettürle ilgili ayetin tefsirinden ötürü
kendisine onbir ay hapis cezası verildi.

Bediüzzaman Said Nursi Eskisehirhapishane1

Halbuki
isnad edilen devlet düzenini değiştirmek için teşkilat kurma suçu sabit
olsaydı ya idam veya müebbed hapis cezası verilmesi gerekirdi. Geçimini
nasıl sağladığı hep merak edilmiştir.Mahkemede şöyle demişti : "Darü'l
-Hikme-ti'l-İslâmiye'de aldığım maaştan çoğunu, o zaman yazdığım
kitapların tab'ına sarf ettim;az bir kısmını hacca gitmek için
ayırmıştım.İşte iktisat ve kanaat bereketiyle o cüz'i para bana dokuz
yıl kâfî geldi.Hâlâ o mübarek paradan bir miktar var.Geçim konusunda
Emirdağ'da da şöyle diyecektir.Ondokuz sene iki yüz banknot ile
şiddetli iktisat ile idare ettim. Palto ve fanila ve pabucunu satmakla
maişetini temin eden.... 27 Mart 1936'da Eskişehir hapishanesinden
çıktıktan sonra Kastomonu'ya sürgün edilip polis karakolunun karşısında
bir eve yerleştirildi.(alltaki resim)

Bediüzzaman Said Nursi Evi1

Tedbirli
bir tarzda, civardan hizmete gelenler vasıtasıyla eserlerini
yayıyor,Isparta ve diğer yerlerle irtibatı devam ediyordu.Kastamonu'da
sekiz yıl kaldıktan sonra, bu hizmetin durdurulamayıp daha da yayıldığı
görülünce 1943'de 126 talebesiyle Denizli Ağır Ceza Makhemesi'ne
sevkedildi.Prof Necati Lügal,Prof Y.Z.Yörükkan ve Türk Tarih
Kurumu'nunda incelemesi neticesinde:"Bediüzzaman'ın siyasî faaliyeti
yoktur.Eserleri ilmî ,îmânîdir.Kur'ân'ın tefsiri mahiyetindedir.Onun
mesleğinde cemiyetçilik ve tarîkatçılık yoktur."dedi.Mahkemece 130
parçalık külliyatın hepsine 15 Haziran 1944 günü beraat kararı verilip
bu karar temyizce de tasdik edildi. Denizli mahkemesinde kendiside
tarihi bir müdafada bulunmuştu.Müdafasının bir yerinde şöyle demişti:
"Evet,biz bir cemiyetiz ve öyle bir cemiyetimiz var ki;her asırda
üçyüzelli milyon mensupları var.Ve her gün beş defa namazla,o mukaddes
cemiyetin prensiplerine kemâl-i hürmetle alâkalarını ve hürmetlerini
gösteriyorlar....İşte biz,bu mukaddes ve muazzam cemiyetin efrâdındanız
ve hususi vazifemiz de Kur'ânın imanî hakikatlarını tahkiki bir suretle
ehl-i imana bildirip,onları ve kendimizi kurtarmaktır. Eğer laik
cumhuriyeti soruyorsanız,ben biliyorum ki laik manası,bitaraf
kalmak,yani hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahatçilere
ilişmediği gibi,dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükümet
telakki ederim.Yirmi senedir ki hayat-ı siyasiye ve içtimaiyeden
çekilmişim.Hükümet-i cumhuriye ne hal kesbettiğini bilmiyorum.El-iyazu
billah,eğer dinsizlik hesabına,imanına ve ahiretine çalışanları mes'ul
edecek kanunları yapan bir dehşetli şekle girmiş ise,bunu size
bilâ-pervâ ilan ve ihtar ederim ki bin canım olsa,imâna ve âhirete feda
etmeye hazırım....." Denizli hapishanesinden çıktıktan sonra
hükümet,o'nu Emirdağı nda ikamete gönderdi.Fakat hizmeti ilerledikçe
hakkındaki kanunsuz şiddet uygulaması artıyordu.Kendisi : "Denizli
hapishanesindeki bir aylık sıkıntıyı,Emirdağ ikametinde bir günde
çekiyordum..." demiştir.Bir süre sonrakaymakamlık,camiye çıkmasını
menetti.Prensip olarak,sadece hizmetle ilgili olanlarla zaruret miktarı
görüşürdü.Halk ile temas etme fırsatını,yaptığı gezintilerde
bulurdu.Rastladığı insanlara kısa dersler verir,irşad ve nasihatte
bulunurdu. Derken 1948 ocak ayında,ülkenin çeşitli yerlerinden
toplanmış ellidört talebesiyle Afyon da tutuklandı.

Bediüzzaman Said Nursi Ustadim2

Afyon
un soğuk kışında yetmişbeş yaşındaki ihtiyar birinin yirmi ay hücre
hapishanesinde tutuklu kalması,ölüme terkedilmesi demekti.Şahsına
verilen sıkıntıların fazlalığını,bütün cemaate duyulan hiddeti teskin
vasıtası saymakla memnun olmuştu.Hapishanede onunla gizlice görüşmeye
çalışan talebeleri falakaya yatırılıyordu.Herşeye rağmen diğer
hapishaneler gibi Afyon hapishanesi de "Medresey-î Yusufiye" ye
dönüştü.Caniler ıslah-ı hal ettiler.Hatta ceza süresini tamamlayan bazı
mahkumlar:"Kendimizi suçlu göstermek suretiyle onlarla beraber
kalacağız dediler.Burada hapishane müdürüne yazıp dedi ki:" Rusya da
bolşevizm fıtınası ve fransız ihtilali önce hapishanede başladı.Fakat
Risale-i Nur şakirdleri Eskişehir,Denizli,Afyon da hapishaneleri ıslah
etti.... Mahkeme kendisini yirmi ay mahkum etme kararı aldı.Yargıtay ın
bu kararı bozmasına rağmen kanunsuz oylamalar ile tekrar aynı karar
mahkum edildi.Mahkeme devam ederken demokrat parti iktidara gelip genel
af ilan etti.Tahliye edildiler.Mahkeme ancak 11 eylül 1956 da beraat
verdi.Tahliyeden sonra Emirdağ da ikamet etti.Afyon hapishanesinden
sonra mektepliler ve memurlar,hissedilir derecede onun halkasına dahil
oldular.Bazı üniversiteli gençlerin yayınladığı Gençlik Rehberi adlı
kitabı dava konusu olunca mahkeme için 1952 de İstanbul a
geldi.Aşağıdaki resimler Bediüzzaman hazretlerinin 1952 yılında
İstanbul'a geldiğinde çekilmiştir.

Bediüzzaman Said Nursi Ustadimn2 Bediüzzaman Said Nursi Ustadimn3

Abdurrahman
Şeref Laç ve Mihri Helav gibi değerli avukatlar savunmada yer
aldılar.Mahkeme beraatla neticelendi.Halk,özellikle gençlik,kendisine
büyük ilgi gösterdi.Uzun bir ayrılıktan sonra istanbul a,sılaya gelir
gibi gelmişti.1953 te Isparta da ikamete başladı.Demokrat parti
iktidarının,ezanı asli şekliyle okunmasına imkan vermesi sebebiyle
tebrik edip vatan ve millet hizmetinde muvaffakiyet temennisinde
bulundu.Ayrıca Risale-i Nur u serbest bırakıp,Ayasofya yıda cami haline
irca eden bir mesaj gönderdi.1953 te üç ay İstanbul da kalıp,fethin
500. yıl dönümü kutlamalrına katıldı.1956 da eserleri,talebelerinden
bir kaç heyetçe yeni türk harfleriyle yayınlanmaya başladı. 1960
başlarında Ankara ve Konya'ya gitmesi siyasi çevreleri telaşa verince
Hükümet, radyodan bildiri yayınlayarak Emirdağ'da ikamet etmesini
istedi. İşte o hapishane dışındayken bile -1925 ve 1960 yılları
arasında- böyle mahkum muamelesi gördü. Fakat Osman Yüksel'in dediği
gibi o ''Mahkemelerden mahkemelere sürüklendi. Ama mahkumken bile
hükmediyordu.'' 18 Mart 1960'da Emirdağ'dan Isparta'ya oradan da
gizlice Urfa'ya gitti (21 Mart). Bakanlığın a- cele Urfa'yı terketme
emrine, Urfa'lı siyasilerve halk karşı koydu. Emri tebliğ eden Emniyet
Müdürü'ne : ''Ağır hastayım.Dönecek takatim yok. Zaten buraya ölmeye
geldim'' dedi. 23 Mart sabaha karşı Kadir Gecesi vefat etti.

Bediüzzaman Said Nursi Urfaotel

Tereke
hakimi, saat, cübbe ve yirmi lira tespit edip kardeşine verilmesini
hükme bağladı. 24 mart perşembe günü Halilurrahman Dergâhı 1960 gecesi
Urfa'nın her tarafı askeri zırhlı birliklerce tutuldu. Saat 01.00'de
demir parmaklıklar kesilip varyozlarla mezar yıkıldı. Ceset hiç
bozulmamıştı. Sadece kefen biraz sararmıştı. Konya'dan askeri uçakla
getirilen kardeşi Abdülmecid Nursî, mezarın naklinde hazır
bulundurulmuştu. Onun verdiği bilgiye göre ceset, askeri uçakla
geceleyin Afyon askeri havaalanına nakledildi. Oradan da karayoluyla
Isparta tarafına götürülüp meçhul bir yere defnedildi. Yirminci asırda
devlet yönetimini elinde bulunduranlar tarafından mezarda bile ona
yapılan bu muamele, Üstâdın dalâleti ne derece çılgına çevirdiğinin bir
göstergesidir. Kadir Mısıroğlu, Sebil dergisinde, 1970'de onu anarken
kapak resmi olarak onun resmini koyup altına şu cümleyi yazmıştı:
''Türkiye'de dinsizlerin planını altüst eden adam.'' Bu tarihi tespitin
doğruluğunun yüzlerce delilinden biri de zalimlerin onun ölüsünden bile
korkarak meza- rını bilinmeyen bir yere nakletmeleridir. Ne var ki
zalim insanların eliyle kader-i ilahî, onun ihlâslı bir dileğini
gerçekleştiriyordu. Bir çok talebesinin yanında söylediği ve yazılı
mektupları içinde neşredilen bir sözünde şöyle demişti: '' Benim
kabrimi, gayet gizli bir yerde bir-iki talebemden hiç kimse bilmemek
lâzım geliyor... Dünyada beni sohbetten meneden bir hakikat, elbette
vefa- tımdan sonra da, bu suretle, beni sevap cihetiyle değil, dünya
cihetiyle menetmeye mecbur e- decek.''(Bu hakikat ihlas olup, onu
şöhretten, insanların---manevi kabilden dahi olsa--ücretlerin- den
menetmektedir.) Vefatından uzun seneler önce 1923'de yazdığı ve yeni
harflerle de vefatından beşyıl önce yayınlanan Sözler kitabının sonunda
imza kabilinden koyduğu ed-Dâi hatimesinde 1379'da vefat tarihini ve
sonra mezarının yıkılacağını ve Asya'da İslâmiyet'in inkişaf edeceğini
Allah'ın bildirmesiyle bildirmişti.(Bu satırları yazan Üstad vefât
ettiğinde, A.Ü. Hukuk Fakültesi 1.sınıf öğrencisi idin ve o günlerde
memleketim olan Ergani'de bulunuyordum. Bediüzzaman'ın vefat haberinin
radyodan duyurulduğu gece, ilçenin müftüsü olan babam merhum M. Zeki
Yıldırım'ın etrafında geniş bir terâvih cemaati ile çayhanede
oturuyorduk.Haber duyulunca babam beni evegöndererek Sözler'i getirmemi
söyledi. Getirdim. Üstâd'ın imzam dediği ed-Dâi kıtasını okuduk. / S.
Yıldırım / .)

KISACA BAZI FİKİRLERİ
ÜSTÂD BEDİÜZZAMAN'ın
''ESKİ'' ve ''YENİ SAİD' dönemlerinde yazdığı birçok eserleri var- dır.
Türkçe, Arapça ve az miktarda Farsça yazmıştır. Eserleri hacim olarak
toplam altı bin sayfa tutmaktadır. Eserlerinde nakle değil, yeni,
orijinal fikirlere yer verir. Diğer eserlerde bulunabilecek bilgileri
onlara havale edip tekrara gerek duymaz eserlerinin çoğu Kur'ân tefsiri
mahiyetindedir. Konuya girerken bir veya daha çok ayetten hareket
eder.Fakat eseri, alışılmış lafzî tefsir tarzında değildir. Kur'an
hakikatlerinin kuvvetli hüccet- lerini ortaya koyması itibariyle farklı
ve önemli bir tefsirdir. Kur'an'ın hidayetini insanlara anlatma işini
gerçekleştiren, insanın aklını, nefsini, duygularını ikna eden bir
eserdir. Aslında insanların çoğunun, lafzî tefsirlerden çok, bu tür
eserlere ihtiyaçları vardır. İnsanlar, muayyen konularda Kur'an'ın
insanlığa gösterdiği hidayeti anlamak isterler. Tefsirlerin tamamını
okuyacak vakti olan çok az insan vardır. Bu sebeple konulu tefsir, bu
asırda yayılmış ve yayılmakta olan bir tefsir türüdür. İşte Risale-i
Nur Külliyatı, İslâm'ın temeli ve yirminci asırda en çok hücum edilen
kısmı olan iman hakikatlarına dair, akaid esaslarına dair bilgileri,
özellikle onlardan kastedilen hidayet, maksad ve neticeler itibariyle
tefsir eden konulu örneklerindendir. Bediüzzaaman'ın hayatı boyunca
izlediği gayelerden biri de İslâm ehlinin eğitim müessesele- ri olan
medrese, mektup vetekkeyi kendilerinden beklenen rolleri yerine
getirecek tarzda besleyip mücehhez kılmak idi.Medrese programlarının
yeniden düzenlenmesini şart görüyordu.Ona göre tefeyyüz eksikliğinin
sebebi, alet derslerinin asıl derslerin yerine geçmiş olması, şerh ve
hâşiyelerle fazla meşgul olma ve fen bilimlerinin yokluğu idi.
Mektepleri de dinî dersler yönünden beslemek gerekiyordu.Mezunlarının
isdihdam yerlerini de düşünmek lâzım gelirdi. İşte böylece her biri,
farklı bir tarafa çekip götüren medrese, mektep ve tekke ruhunu
birleştirip bunların herbirinden nasibini almış kâmil insan yetiştirme
peşinde idi. Bunu ''Medresetü'z--Zehra'' adını verdiği üniversiti
modelinde görüyordu. İslâm toplumunun üç eğitim kurumu olan medrese,
mektep ve tekkenin koordinali çalışmasını istiyordu. Bunların
birbirinden kopuk oluşu, her birinden gurur ve taassubu ortaya
çıkarıyordu. Halbuki onagö reİslâm binasında, bunların her birinin yeri
vardı. ''İslamiyet hariçte temessül etse bir menzili mektep,bir odası
medrese, bir köşesi zâviyedir. Salonu ise hepsinin toplandığı yerdir.
Biri, diğerinin noksanını tekmil için bir şûra meclisi olarak, nûrânî
sağlam sarayı ortaya koyacaktır.'' İdealindeki Medresetü'z--Zehra'nın,
bu ilahi sarayı temsil etmesini bekliyordu. Özellikle Van, Diyarbakır,
Siirt, Bitlis gibi şark vilayetlerinde açılmasına ihtiyaç gördüğü bu
okulların, Osmanlı mozayiğini bir arada tutacak harç olacağını ve
muhtemel menfi akımlara karşı sed olacağını düşünüyordu. Buna dair
yirniden fazla arşiv belgesi vardır. ''Her mü'min i'lâ-yı kelimetullah
ile mükelleftir.Bu zamanda (cihadın) en mühin vesilesi maddeten terakki
etmektir.'' O güçlü dış düşmanları bile ümitsizliğe değil, gayrete
vesile yapıyordu: ''Onlar bizim uyanma- mıza vesiledir. Onlardan fen
alacağız. İslâm'ın sulh dini olduğuna inandıracağız. Dinin bürhanları
ile ikna edip, İslâm'ın mükemmelliklerini ve güzelliklerini
fiillerimizle göstereceğiz.'' Bediüzzaman'ın yetiştiği 19. asır, İslâm
dünyasının ve bütün dünyanın en sancılı dönemine rastlıyordu.Rönesans
sonrası Avrupa'da bilim, kiliseye rağmen gelişince modern bilimin
temsil- cileri dine karşı veya en azından dinle ilgisiz materyalist bir
istikamette ilerlemiş ve yeni bir ca- hiliye ordusu,güçsüz İslâm
dünyası üzerine hücum etmişti.Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Ana-
dolu, İran Afganistan dışındaki bütün İslâm dünyası, Batı'lılarca
sömürgeleştirilmişti. Bu fela- ketlerin sebebini, bazı bilim adamları
gibi Besiüzzaman da incelemişti. O, 1909'da yayınladığı programını,
daha sonra devam eden elli yıllık hayatı boyunca da incelemiştir.
''Bediüzzaman'ın fihriste-i maksadı ve efkârının programıdır''
makalesindeki fikirleri özetle şöyledir: 1-İslâm alemini terakkiye sevk
edecek uyanışı sağlamak. 2Müslümanların üç temel eğitim kurumu olan
medrese mektep ve tekke arasında uyum sağ- lamak. 3- İlmî çevrelerde
hürriyeti tesis etmek. 4- Medreselerde ihtisas şubeleri kurmak. 5-
Geniş kitleleri irşad edecek vaiz ve hatiplerin yetiştirilmesini yeni
baştan ele almak. 6- Osmanlı toplumunu geliştirmek için en büyük üç
düşman olan cehalet, zarûret (yani fakirlik,) ve ihtilâfı yenmek.Bu üç
düşmana karşı ma'rifet (bilim ve eğitim), sanat (endüstri) ittifak
silahıyla cihad etmek. 7-Hilâfet makamının ıslâh edilmesi. 8-Osmanlı
devletinin dağılıp beylikler haline dönüşmemesi için İttihad-ı
Muhammedî fikrinin geliştirilmesi. 9- Milli birliği sağlayarak,
Kürtlerin ihtilâfı sebebiyle zayi olan büyük kuvvetlerinden istifade
etmek.
RİSALE-İ NUR'un ÖZELLİKLERİ
Mehmet Akif'in: ''Doğrudan
doğruya Kur'an'dan alarak İlhâmı Asrın idrakine anlatmalıyız İslâm'ı.''
şeklinde güzelce ifade ettiği özlemi, Bediüzzaman, Risale-i Nur'la
kısmen gerçekleştirmiştir. Hadîs-i Şeriflerin de Kur'an'ın tefsiri
olduğunu ve ondan ayrı sayılmaması gerçeğini unutmaksızın Bediüzaman,
İslâm'ın esas meseleleri ile meşguldür. İsrailiyat, menkıbeler, âdetler
yönü ile fazla meşgul olmaz. Risale-i Nur, iman hakikatlerini, akla
yaklaştırarak aklî delillerle izah ikna etmeye çalışır.Akla hi- tab
ederken kalbi, duyguları ve nafsi ihmal etmez. Bundan dolayı
okuyanların nefislerini tezkiye edip ahlâklarını düzeltmesi,Müellif'in,
rızâ-yı ilahiden başka bir tesir altında kalmamasından ileri gelir.
Risale-i Nur'da Bediüzzaman,mevzuya girerken ona esas teşkil eden,
hareket noktası olan ayeti veya ayetleri yazar.Bazen misallerin de
yardımıyla ayetin hedefi olan hidayetin aydınlığına ulaştırır ve
yazılanın, ilgili ayetin yüzlerce, binlerce inceliklerinden biri
olduğunu söyler.Bu arada son asırlarda ortaya çıkan dalâletlerin, batıl
felsefî ve ideolojik fikirlerin kötü etkileri izale edilir, adları
verilmeksizin, o akımlar, kuvvetli aklî delillerle çürütülür.( İ. K.
Salihi, s, 125---129. Onun ''Ehl-i Küfür'',''Ehli Dalâlet'', ''Ehl-i
Sefahet'' genel isimleriyle kastettiği bâtıl cerayanları, onları
tanıyanlar bilir.) Bazen konu, suâl-cevap üslûbuyla verilir.Risale-i
nur'un kendine has üslûbu, meş- gul olanlar tarafından hemen
farkedilir. Etkisinin sebebi de sorulanın, müellifin nefsinin veya
dalâlet temsilcilerinin sorduğu sorulara, dolasıyla umumî derde
tercüman olmasından ileri gelir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Bediüzzaman Said Nursi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Fatihlilerin Buluşma Meydanı :: DİNİ BÖLÜM :: Allah (cc.) Dostları-
Buraya geçin: