Fatihlilerin Buluşma Meydanı
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Fatihlilerin Buluşma Meydanı

Fatihli olmak bir ayrıcalıktır...
 
AnasayfaKapıLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 HZ. EBUBEKİR (r.anh)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
LordReco
USTA KULLANICI



Mesaj Sayısı : 115
Kayıt tarihi : 01/11/09

HZ. EBUBEKİR (r.anh) Empty
MesajKonu: HZ. EBUBEKİR (r.anh)   HZ. EBUBEKİR (r.anh) I_icon_minitimePerş. Kas. 05, 2009 11:35 pm

HZ. EBUBEKİR (r.anh)


Hz. Muhammed (s.a.s.)'in İslâm'ı
tebliğe başlamasından sonra ilk iman eden hür erkeklerin; raşit
halifelerin, aşere-i mübeşşerenin ilki. Câmiu'l Kur'an, es-Sıddîk,
el-Atik lakaplarıyla bilinen büyük sahabi.Kur'ân-ı Kerim'de hicret
sırasında Rasûlullah'la beraber olmasından dolayı, "...mağarada bulunan
iki kişiden biri..." (et-Tevbe, 9/40) şeklinde ondan bahsedilmektedir.

Asıl
adı Abdülkâbe olup, İslâm'dan sonra Rasûlullah (s.a.s.)'in ona Abdullah
adını verdiği kaydedilir. Azaptan azad edilmiş mânâsına "atik"; dürüst,
sadık, emin ve iffetli olduğundan dolayı da "sıddîk" lâkabıyla
anılmıştır. "Deve yavrusunun babası" manasına gelen Ebû Bekir adıyla
meşhur olmuştur.

Teymoğulları kabilesinden olan Ebû Bekir'in
nesebi Mürre b. Kâ'b'da Rasûlullah'la birleşir. Anasının adı
Ümmü'l-Hayr Selma, babasının ki Ebû Kuhafe Osman'dır. Künyesi Abdullah
b. Osman b. Amir b. Amir... b. Murra ...et-Teymî'dir. Bedir savaşına
kadar müşrik kalan oğlu Abdurrahman dışında bütün ailesi müslüman
olmuştur. Babası Ebû Kuhafe, Ebû Bekir'in halifeliğini ve ölümünü
görmüştür. Hz. Ebû Bekir'in Rasûlullah (s.a.s.)'den bir veya üç yaş
küçük olduğu zikredilmiştir. İslâm'dan önce de saygın, dürüst,
kişilikli, putlara tapmayan ve evinde put bulundurmayan "hanif" bir
tacir olan Ebû Bekir, ölümüne kadar Hz. Peygamber'den hiç
ayrılmamıştır. Bütün servetini, kazancını İslâm için harcamış, kendisi
sade bir şekilde yaşamıştır.

Hz. Ebû Bekir, Fil yılından iki
sene birkaç ay sonra 571'de Mekke'de dünyaya gelmiş, güzel hasletlerle
tanınmış ve iffetiyle şöhret bulmuştur. İçki içmek câhiliye döneminde
çok yaygın bir âdet olduğu halde o hiç içmemiştir. O dönemde Mekke'nin
ileri gelenlerinden olup Arapların nesep ve ahbâr ilimlerinde meşhur
olmuştur. Kumaş ve elbise ticaretiyle meşgul olurdu; sermayesi kırk bin
dirhemdi ki, bunun büyük bir kısmını İslâm için harcamıştır.
Rasûlullah'a iman eden Ebû Bekir (r.a.) İslâm dâvetçiliğine başlamış,
Osman b. Affân, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebî Vakkas
ve Talha b. Ubeydullah gibi İslâm'ın yücelmesinde büyük emekleri olan
ilk müslümanların bir çoğu İslâm'ı onun dâvetiyle kabul etmişlerdir.Hz.
Ebû Bekir hayatı boyunca Rasûlullah'ın yanından ayrılmamış,
çocukluğundan itibaren aralarında büyük bir dostluk kurulmuştur.
Rasûlullah birçok hususlarda onun görüşünü tercih ederdi. Umûmî ve
husûsî olan önemli işlerde ashâbıyla müşavere eden Peygamber (s.a.s.)
bazı hususlarda özellikle Ebû Bekir'e danışırdı. (İbn Haldun,
Mukaddime, 206).

Araplar ona "Peygamber'in veziri"
derlerdi.Teymoğulları kabilesi Mekke'de önemli bir yere sahipti.
Ticaretle uğraşıyorlar, toplumsal temasları ve geniş kültürlülükleri
ile tanınıyorlardı. Hz. Ebû Bekir'in babası Mekke eşrafındandı. Hz. Ebû
Bekir, câhiliye döneminde de güzel ahlâkı ile tanınan, sevilen bir kişi
idi. Mekke'de "eşnak" diye bilinen kan diyeti ve kefalet ödenmesi
işlerinin yürütülmesiyle görevliydi. Muhammed (s.a.s.) ile büyük bir
dostlukları vardı. Sık sık buluşur, Allah'ın birliği, Mekke
müşriklerinin durumu ve ticaret gibi konularda müşâvere ederlerdi.
İkisi de câhiliye kültürüne karşıydılar, şiir yazmaz ve şiiri
sevmezlerdi, daha ziyade tefekkür ederlerdi.

İslâm'ı
benimsemesi : Hz. Ebû Bekir, Hira dağından dönen Hz. Muhammed ile
karşılaştığında, Rasûlullah (s.a.s.) ona, "Allah'ın elçisi" olduğunu
söyleyip "Yaratan Rabbinin adıyla oku" (el-Alâk, 96/1) diye başlayan
âyetleri bildirdiği zaman hemen ona: "Allah'ın birliğine ve senin O'nun
rasûlü olduğuna iman ettim" demiştir. Hz. Hatice'den sonra Rasûlullah'a
ilk iman eden odur. Hz. Peygamber (s.a.s.) İslâm'ı tebliğinin ilk
zamanlarında kiminle konuştuysa en azından bir tereddüt görmüş, ancak
Ebû Bekir şeksiz ve tereddütsüz bir şekilde kabul etmiştir. Hatta Hz.
Peygamber (s.a.s.), "Bütün insanların imanı bir kefeye, Ebû Bekir'in ki
bir kefeye konsa, onun imanı ağır basardı " diye lâtif bir benzetme de
yapmıştır.

Mü'min Ebû Bekir, hayatının sonuna kadar tüm
varlığını İslâm'a adamış, bütün hayırlı işlerde en başta gelmiştir.Ebû
Bekir Mekke döneminde güçlü kabilelere mensup kişileri İslâm'a
kazandırmaya çalıştı, öte yandan müşriklerin işkencelerine maruz kalan
güçsüzleri, köleleri korudu; servetini eziyet edilen köleleri satın
alıp azad etmekte kullandı. Bilâl, Habbab, Lübeyne, Ebû Fukayhe, Amir,
Zinnire, Nahdiye, Ümmü Ubeys bunlardandır.

Kendisi de Mescid-i
Haram'da müşriklerin saldırısına uğramıştı. Ebû Bekir, iman ettikten
sonra İslâm'ı tebliğe gizli gizli devam ediyordu. Annesi, karısı Ümmü
Ruman ve kızı Esma da iman etmiş, fakat oğulları Abdullah, Abdurrahman
ve babası Ebû Kuhafe henüz iman etmemişlerdi. Osman b. Affan, Sa'd b.
Ebî Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Zübeyr b. Avvâm, Talha b. Ubeydullah
gibi ilk müslümanları İslâm'a dâvet eden odur.

Müşriklerin
eziyetleri çoğalıp müslümanlara yapılan baskılar arttıktan sonra Hz.
Peygamber Hz. Ebû Bekir'e de Habeşistan'a göç etmesini söylemiş ve Ebû
Bekir yola çıkmış; ancak Berkü'l-Gımâd'da Mekke'nin ileri gelen
kabilelerinden İbn Dugunne ile karşılaştığında İbn Dugunne onu
himayesine aldığını ve Mekke'ye dönmesi gerektiğini belirterek, ikisi
birlikte Mekke'ye dönmüşlerdir. Ancak şartlı olarak Ebû Bekir'i
himayesine alan İbn Dugunne, Ebû Bekir'in açıktan açığa ibadet etmesi
ve inancını yaymaya devam etmesi sebebiyle şartları yerine
getirmediğini iddia ederek ona ibadetini gizli yapmasını söylediğinde
Ebû Bekir, onun himayesine ihtiyacı olmadığını, zaten kendisine söz de
vermediğini ifade etmişti: "Senin himayeni sana iâde ediyorum. Bana
Allah'ın himayesi yeter."

Böylece onüç yıl Mekke'de
Rasûlullah'ın yanında kalan Hz. Ebû Bekir, Hz. Aişe'nin rivâyetine
göre, Rasûlullah hicret emrini alıp Ebû Bekir'e gelerek ona beraberce
hicret edeceklerini söyleyince Ebû Bekir sevinçten ağlamaya başlamıştı
(İbn Hişâm, es-Sire, II, 485).

Hz. Peygamber'in bir gecede Mekke'den Kudüs'e oradan Sidretü'l
Münteha'ya gittiği İsra ve Mirâc hâdisesini duyan müşrikler bunu Hz.
Ebû Bekir'e yetiştirdikleri zaman; "O dediyse doğrudur." demiştir. Bu
sözünden sonra Ebu Bekir'e; ihlâslı, asla yalan söylemeyen, özü doğru,
itikadında şüphe olmayan anlamında, "Sıddîk" lâkabı verildi. Kur'an
tâbiriyle, "O, ne iyi arkadaştı " (en-Nisâ, 4/69) denilebilir.İşte o
"Sıddîk" ile o "Emîn", o iki arkadaş beraberce Sevr dağındaki mağaraya
hareket ederek hicret etmişlerdir.

Hicreti Sevr mağarasına ilk
giren Hz. Ebû Bekir, (r.a.) mağarada keşif yaptıktan sonra Rasûlullah
içeri girmiştir. Ebû Bekir'in kızı Esma yolda yemeleri için azıklarını
hazırlamıştı. Onlar Mekke'den ayrılınca müşrikler her tarafa adamlarını
yollayarak aramaya başladılar. Kureyş kabilesinin müşrikleri Ebû Cehil
başkanlığında Esma'nın evini aradılar, hakaret edip dayak attılar.Hz.
Ebû Bekir (r.a.) hicret yolculuğuna çıkarken yanına bütün parasını
almıştı. Buna rağmen kızı Esma onun nerede olduğunu, nereye gittiğini
kâfirlere söylememiştir.

İz süren Mekkeli müşrikler Sevr
mağarasına kadar geldiler. Rasûlullah bu sırada Kur'ân'da anlatıldığı
biçimde şöyle diyordu: "Üzülme, Allah bizimledir" (et-Tevbe, 104/40).
Nitekim Allah ona güven vermiş, göremedikleri askerleriyle onu
desteklemiştir; Allah güçlüdür, hakimdir. Kâfirler tüm aramalara rağmen
onları bulamadılar. Mağarada üç gün kaldıktan sonra Medine'ye yönelen
Rasûlullah ile Ebû Bekir Kuba'ya vardılar.

Ebû Bekir mağarada
kaldıkları günü şöyle anlatır: "Rasûlullah (s.a.s.) ile beraber bir
mağarada bulundum. Bir ara başımı kaldırıp baktım. O anda Kureyş
casuslarının ayaklarını gördüm. Bunun üzerine, 'Ya Rasûlullah,
bunlardan birkaçı gözünü aşağı eğse de baksa muhakkak bizi görür'
dedim. O, 'Sus ya Ebû Bekir. İki yoldaş ki, Allah onların üçüncüsü ola,
endişe edilir mi?' buyurdu.

Kuba'da üç gün kalan Rasûlullah ile
Hz. Ebû Bekir nihayet Medine'ye vardılar. Medine'de Hz. Ebû Bekir humma
hastalığına tutuldu. Hastalık ilerleyip yatağa düştüğünde Rasûlullah,
"Allah'ım Mekke'yi bize sevgili kıldığın gibi Medine'yi de bize sevgili
kıl, hummayı bizden uzaklaştır' diye dua ettiği zaman Hz. Ebû Bekir ve
hasta olan diğer sahâbîler iyileştiler.

Bu arada Hz. Âişe ile
Hz. Muhammed (s.â.s.)'in düğünleri yapıldı. Mescidi Nebî inşâ edildi.
Masrafların bir kısmını Hz. Ebû Bekir karşıladı. Medine'de kardeşlik
tesis edildiğinde Ebû Bekir'in kardeşliği Harise b. Zeyd oldu.Hz. Ebû
Bekir Medine'de Mescidi Nebî'nin inşasına katıldı. Rasûlullah İslâm'ı
yaymak ve düşmanlar hakkında bilgi toplamak için seriyye denilen keşif
kollarını Medine dışına gönderiyor, bunlara bazen Hz. Ebû Bekir de
katılıyordu. Rasûlullah ile birlikte bizzat çarpıştığı savaşlarda
(Bedir'de, Uhud'da, Hendek'te) Ebû Bekir de yer aldı. O, Müreysi,
Kurayza, Hayber, Mekke, Huneyn, Taif gazvelerinde de bulundu.

Rasûlullah'ın
bizzat idare ettiği harplere gazve denir. Ebû Bekir, bu sözü geçen
büyük savaşlardan başka, otuzdan fazla gazveye katılmıştır. Çarpışma
olmaksızın Veddan, Buvat, Bedr-i Ûlâ, Uşeyre gazveleriyle de düşmanlar
itaat altına alınmıştır. Bütün bu gazvelerde Hz. Ebû Bekir,
Rasûlullah'ın en yakınında yer almış olup onun "veziri" gibi idi.

Bedir'de,
oğlu Abdurrahman müşrikler safında yer aldığında Ebû Bekir oğluyla
çarpışmıştır. Sadece o değil, Bedir'de birçok sahâbî, oğlu, kardeşi,
babası, dayısı ile çarpışmıştı. Bedir savaşı, müslümanların İslâm'ı
herşeyden üstün tuttuklarını, Allah için en yakınları olan müşrikleri
kan bağı veya kabile taassubu içinde kalmadan, başka insanlardan
ayırdetmeden öldürdüklerini göstermektedir.

Rasûlullah'ın bir
amcası Hamza, İslâm ordusu safındayken öteki amcası Abbas, düşman
safındaydı. Yeğeni Ubeyde kendi yanındayken, öteki yeğenleri Ebû Süfyan
ve Nevfel müşriklerle beraberdi. Hattâ kızı Zeyneb'in eşi Ebû'l-As da
Rasûlullah'a karşı müşriklerle birlikte savaşıyordu.

Hicretin 9.
yılında Medine'de büyük bir kıtlık oldu. Bu arada Bizans İmparatoru,
Şam'da Hicaz bölgesini istilâ etmek üzere büyük bir ordu hazırladı.
Rasûlullah, bu orduya karşı İslâm ordusunu hazırlarken, kıtlık
sebebiyle zorluklarla karşılaştı. Ebû Bekir malının hepsini bu ordunun
hazırlanmasında kullandı. Onuncu yılda "Vedâ Haccı"nda bulunan Allah'ın
Rasûlü, onbirinci yılda hastalandı.

Hicrî onbirinci yılda
hastalanan Rasûlullah (s.a.s.) 13 Rebiyülevvel Pazartesi günü (8
Haziran 632) vefât etti. Onun vefâtını duyan müslümanlar büyük bir
üzüntüye kapıldılar ve ilk anda ne yapmaları gerektiğine karar
veremediler. Ama o da bir ölümlüydü. Hz. Ömer, onun Hz. Musa gibi Rabbi
ile buluşmaya gittiğini, O'nun için "öldü" diyen olursa ellerini
keseceğini söylüyordu. Ebû Bekir, Rasûlullah'ın iyi olduğu bir sırada
ondan izin alarak kızının yanına gitmişti. Vefât haberini duyar duymaz
hemen geldi, Rasûlullah'ı alnından öptü ve "Babam ve anam sana fedâ
olsun ya Rasûlullah. Ölümünde de yaşamındaki kadar güzelsin. Senin
ölümünle peygamberlik son bulmuştur. Şânın ve şerefin o kadar büyük ki,
üzerinde ağlamaktan münezzehsin. Yâ Muhammed, Rabbinin katında bizi
unutma; hatırında olalım ..." dedi.

Sonra dışarı çıkıp Ömer'i
susturdu ve; "Ey insanlar, Allah birdir, O'ndan başka ilâh yoktur,
Muhammed O'nun kulu ve elçisidir. Allah apaçık hakikattir. Muhammed'e
kulluk eden varsa, bilsin ki o ölmüştür. Allah'a kulluk edenlere
gelince, şüphesiz Allah diri, bâkî ve ebedîdir. Size Allah'ın şu
buyruğunu hatırlatırım: "Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de
peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse siz
ökçelerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerinde
geriye dönerse Allah'a hiçbir ziyan veremez. Allah şükredenleri
mükâfatlandıracaktır" (Âl-i İmrân, 3/144).Allah'ın kitabı ve
Rasûlullah'ın sünnetine sarılan doğruyu bulur, o ikisinin arasını
ayıran sapıtır. Şeytan, peygamberimizin ölümü ile sizi aldatmasın,
dininizden saptırmasın. Şeytanın size ulaşmasına fırsat vermeyiniz"
(İbn Hişâm, es-Sire, IV, 335; Taberî, Târih, III, 197,198).

Hz.
Ebû Bekir bu konuşmasıyla orada bulunanları teskin ettikten sonra
Rasûlullah'ın teçhiziyle uğraşırken, Ensâr, Benû Sâide sakifesinde
toplanarak Hazrec'in reisi olan Sa'd b Ubâde'yi Rasûlullah'tan sonra
halife tayini için bir araya gelmişlerdir. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Ebû
Ubeyde ve Muhacirlerden bir grup hemen Benû Saîde'ye gittiler. Orada
Ensâr ile konuşulduktan ve hilâfet hakkında çeşitli müzakereler
yapıldıktan sonra Hz. Ebû Bekir, Ömer ile Ebû Ubeyde'nin ortasında
durdu ve her ikisinin ellerinden tutarak ikisinden birine bey'at
edilmesini istedi. O, kendisini halife olarak öne sürmedi. Hz. Ebû
Bekir'in konuşmasından sonra Hz. Ömer atılarak hemen Ebû Bekir'e bey'at
etti ve, "Ey Ebû Bekir, müslümanlara sen Rasûlullah'ın emriyle namaz
kıldırdın. Sen onun halifesisin ve biz sana bey'at ediyoruz.
Rasûlullah'a hepimizden daha sevgili olan sana bey'at ediyoruz" dedi.

Hz. Ömer'in bu âni davranışı ile orada bulunanların hepsi Ebû Bekir'e
bey'at ettiler. Bu özel bey'attan sonra ertesi gün Mescid-i Nebî'de Hz.
Ebû Bekir bütün halka hutbe okudu ve resmen ona bey'at edildi.
Rasûlullah'ın defni salı günü gerçekleşirken, onun nereye defnedileceği
hakkında da bir ihtilâf meydana geldiğinde Hz. Ebû Bekir yine
ferasetini ortaya koydu ve "Her peygamber öldüğü yere defnedilir"
hadisini ashaba hatırlatarak bu ihtilâfı giderdi. Rasûlullah'ın cenaze
namazı imamsız olarak gruplar halinde kılındı. Bütün bunlar olurken,
Hz. Ali'nin Hz. Fatıma'nın evinde Haşimoğulları ve yandaşları ile
toplandığı ve bey'ata ilk zamanlar katılmadığı nakledilir. Hz. Ali
rivâyetlere göre, el-Bey'atü'l-Kübrâ'ya bey'at edildiği haberini alır
almaz, elbisesini yarım yamalak giydiği halde evden fırlamış ve gidip
Hz. Ebû Bekir'e bey'at etmiştir (Taberî, Târih, III, 207).

Onun
aylarca Hz. Ebû Bekir'e bey'at etmediği haberleri gerçeğe uygun olmasa
gerektir. Çünkü onun Ebû Bekir'in üstünlüğünü bildiği, onun hakkında
yaptığı konuşmalar ve tarihin akışı, diğer rivâyetlere
aykırıdır.Râsulullah'ın en yakın ashâbı arasında -hattâ Ebû Bekir ile
Ömer arasında- zaman zaman ihtilâflar, görüş ayrılıkları meydana
gelmişse de ilk iki halife zamanında da görüldüğü gibi dâima
birliktelik devam ettirilmiştir. Anlaşmazlık gibi görünen hâdiselerin
birçoğunda huy ve karakter farklılığı rol oynuyordu.

Meselâ Ebû
Bekir yumuşak ve sâkin davranırken, Ömer sertlik yanlısıydı. Ama her
zaman birlikte hareket ettiler. Ebû Bekir'in yönetiminde, Hz. Ali ve
Zübeyr b. Avvam Ridde savaşlarında kararların içinde, namazlarda Ebû
Bekir'in arkasında yer almışlardır (İbn Kesir, el-Bidâye ve'n Nihâye,
V, 249).

Hz. Ali, Rasûlullah'ın bir vasiyeti olsaydı ölünceye
kadar onu yerine getireceğini söylemiş (Taberî, a.g.e., IV, 236) ancak,
İbn Abbas'ın Rasûlullah hastalandığı zaman ona gidip hilâfet işini
sormak istemesini geri çevirmiştir. Yani Hz. Ebû Bekir'in halifeliğine
karşı kimseden bir çıkış olmamıştır. Zaten tabii, fıtrî, akli ve
maslahata uygun olan da onun halifeliğidir. Hz. Peygamber ölmeden önce
yazılı bir ahidname bırakmamış, ancak Hz. Ebû Bekir'in faziletine dair
Mescid'de konuşmuş, hasta yatağındayken onu ısrarla çağırtmış ve yerine
İmam tâyin etmiştir.Hz. Ebû Bekir, kendisine Rasûlullah'ın mirasından
pay almak için gelen Hz. Fâtıma'ya, "Rasûlullah'ın yaptığı hiçbir şeyi
yapmaktan geri durmam" diyerek, Fâtıma'nın peygamberin kızı olmasını
dinin üstün tutulmasından daha önemsiz görmüş ve Rasûlullah'ın
yanındayken ondan ne duymuş, ne görmüşse onu tatbik etmiştir (Taberî,
III, 220).

Sonraları Hz. Ali'nin hilâfeti zamanında Fâtıma'ya
-ki, Ebû Bekir'e gidip miras isterken onu savunmuştu- mirastan hiçbir
şey vermemesi de ashâbın Rasûlullah'ın sünnetine nasıl itaat
ettiklerinin delilidir (İbn Teymiye, Minhâc'üs-Sünne, III, 230).

Hz.
Ebû Bekir "Rasûlullah'ın Halifesi" seçildikten sonra Mescid'de yaptığı
konuşmada, "Sizin en hayırlınız değilim, ama başınıza geçtim; görevimi
hakkıyle yaparsam bana yardım ediniz, yanılırsam doğru yolu gösteriniz;
ben Allah ve Rasûlü'ne itaat ettiğim müddetçe siz de bana itaat ediniz,
ben isyan edersem itaatiniz gerekmez..." demiştir (İbn Hişâm, es-Sire,
IV, 340-341; Taberî, Târih, III, 203).

Mürtedlerle Mücadele :
Irak ve Suriye Fütühatı, Hz. Ebû Bekir Rasûlullah'ın halifesi olduktan
sonra, onun vefâtıyla Arabistan'da Mekke ve Medine dışındaki bölgelerde
görülen dinden dönme hareketlerine, yalancı peygamberlere, "namaz
kılarız, ama zekât vermeyiz" diyenlere karşı savaş açtı. Esvedu'l-Ansı,
Müseylemetü'l-Kezzâb, Secah, Tuleyha gibi yalancı peygamberlerle
yapılan savaşlarla bu zararlı unsurlar yok edilmiş, isyan bastırılmış,
zekât yeniden toplanmaya ve Beytü'l-Mal'e konulup dağıtılmaya
başlanmıştır. Rasûlullah'ın hazırladığı, ancak vefâtı sebebiyle
bekleyen Üsâme ordusunu Ürdün'e yollayan Ebû Bekir, Bahreyn, Umman,
Yemen, Mühre isyanlarını bastırmıştır. İçte isyancılarla mücâdele
edilirken, dışta da iki büyük imparatorluğun, İran ve Bizans'ın
ordularıyla karşılaşılmıştır. Hîre, Ecnâdin ve Enbâr, savaşlarla İslâm
diyarına katılmış, Irak fethedilmiş, Suriye'nin de önemli kentleri ele
geçirilmiştir. Yermük savaşı devam ederken Hz. Ebû Bekir vefât etmiştir.

Onun
ordusuna verdiği öğütlerde şu ibareler vardır: "Kadın, çocuk ve
yaşlılara dokunmayın, yemiş veren ağaçları kesmeyin, ma'mur bir yeri
tahrip etmeyin, haddi aşmayın, korkmayın." Gerçekten İslâm ordusu
fethettiği yerlerde kimseye zulmetmemiş, adaletiyle düşmanların
takdirini kazanmış, müslüman olmayıp da cizye vererek İslâm'ın
himayesine giren milletler huzur ve emniyet içinde yaşamışlardır.

Kur'ân-ı
Kerîm'in Toplanması "Mushaf''ın Meydana gelmesi : Hz. Ebû Bekir,
Ridde harplerinde, vahiy kâtiplerinin ve kurrâ'nın birçoğunun şehid
olması üzerine, Hz. Ömer'in Kur'ân'ın toplanması fikrine önce sıcak
bakmamışsa da sonra ona hak vererek, Kur'ân âyetlerinin toplanmasını
sağlamıştır. Rasûlullah zamanında peyderpey inen vahiy, kâtiplerce
ceylan derilerine, beyaz taşlara, enli hurma dallarına yazıldığı gibi,
ashâbın çoğu da Kur'ân hâfızı idi. Ancak, yazılı olan âyetler
dağınıktı, kurrâ da azalınca Kur'ân'ın muhafazası hususunda endişe
edildi. Ebû Bekir, Zeyd b. Sâbit'in başkanlığında bir heyet teşkil
ederek, herkesin elindeki âyetleri getirmesini emretti. Ayrıca
şâhitlerle âyetler doğrulanıyor, kurrâ' ile te'kid ediliyordu. Böylece
bütün âyetler toplandı ve "Mushaf" meydana getirildi.Bu Mushaf Ebû
Bekir'den Ömer'e, ondan da kızı Hafsa'ya geçti ve Hz. Osman zamanında
çoğaltılarak Dârü'l-İslam'ın bütün vilâyetlerine dağıtıldı.

Vefâtı
: Hilâfeti iki sene üç ay gibi çok kısa bir müddet sürmesine rağmen
Hz. Ebû Bekir zamanında İslâm devleti büyük bir gelişme göstermiştir.
Hz. Ebû Bekir Hicrî 13. yılda Cemâziyelâhir ayının başında hicretten
sonra Medine'de yakalandığı hastalığının ortaya çıkması üzerine yatağa
düşünce yerine Ömer'in namaz kıldırmasını istedi. Ashâbla istişâre
ederek Hz. Ömer'i halifeliğe uygun gördüğünü söyledi. Hz. Ömer'in sert
ve kaba oluşu gibi bazı itirazlara cevap verdi ve hilâfet ahitnamesini
Hz. Osman'a yazdırdı. Ebû Bekir (r.a.) de, çok sevdiği Rasûlullah gibi
altmışüç yaşında vefât etti. Vasiyeti gereği Rasûlullah'ın yanına -omuz
hizasında olarak- defnedildi. Böylece bu iki büyük insanın, iki büyük
dostun, kabirlerinde de birliktelikleri devam etti.

Kişiliği ve
Yönetimi : Tâcir olarak geniş bir kültüre sahip olan Hz. Ebû Bekir,
dürüstlüğü ve takvâsı ile ashâb içinde ilk sırada yeralır. Karakteri;
yumuşak huyluluk, çok düşünüp çok az konuşmak, tevâzu ile belirgindi.
Hz. Âişe'nin rivâyetine göre, "gözü yaşlı, gönlü hüzünlü, sesi zayıf"
biri idi. Câhiliye döneminde müşrikler ona güvenir, diyet ve
borç-alacak işlerinde onu hakem tanırlardı. Rasûlullah'ın en sadık
dostu olan Ebû Bekir'in Mirâc olayında sergilediği sonsuz bağlılık
örneği ona "es-Sıddîk" lâkabını kazandırmıştır. O bu olayda "O ne
söylüyorsa doğrudur" demiştir.

Cömertlikte ondan üstünü de yoktur. Bütün malını mülkünü İslâm için
harcamış, vefât ederken vasiyetinde, halifeliği müddetince aldığı
maaşların, topraklarının satılarak iâde edilmesini istemiş ve geride
bir deve, bir köleden başka birşey bırakmamıştır. Dört eşinden altı
çocuğu olan Ebû Bekir, kızı Âişe'yi Rasûlullah ile hicretten sonra
evlendirmiştir (Tabakat-ı İbn Sa'd, VI, 130 vd.; İbnu'l-Esir, II, 115
vd).

Hicret sırasında mağarada iken ayağını bir yılan soktuğunda
ve ayağı acıdığında o sırada dizine yatıp uyumuş olan Peygamber'i
uyandırmamak için sesini çıkarmaması, ağlarken Hz. Peygamber uyanıp ne
olduğunu sorduğunda, "Anam-babam sana fedâ olsun ya Rasûlullah" demesi
olayı Ebû Bekir'in Rasûlullah'a olan bağlılığının örneklerinden sadece
biridir. Hz. Ebû Bekir'in beyaz yüzlü, zayıf, doğan burunlu,
sakallarını kına ve çivit otuyla boyayan sakin bir adam olduğu rivâyet
edilir (İbnü'l Esir, el-Kâmil fi't-Târih, II, 419-420).

Rasûlullah'tan
sonra bu ümmetin en hayırlısı Ebû Bekir'dir. O, Hz. Peygamber'in
veziri, fetvâlarda en yakını idi. Rasûlullah'ın, "İnsanlardan dost
edinseydim, Ebû Bekir'i edinirdim" (Buhâri, Salât, 80: Müslim, Mesâcid,
38: İbn Mâce, Mukaddime, II) ve "Herkeste iyiliklerimin karşılığı
vardır, Ebû Bekir hariç" demesi ve son hutbesinde, "Allah, kullarından
birini dünya ile kendi katında olan şeyleri tercih hususunda serbest
bıraktı; kul, Allah katında olanı tercih etti'' diye Ebû Bekir'i övmesi
ve mescide açılan tüm kapıları kapattırıp yalnız Hz. Ebû Bekir'in
kapısını açık bırakması ona verdiği değeri göstermektedir.

Hz.
Ebû Bekir'in nasslara aykırı hiçbir görüşü bize ulaşmamıştır, çünkü
böyle bir reyi yoktur. Ebû Bekir nâsih sünneti çok iyi biliyor,
Rasûlullah'ı herkesten çok tanıyordu. Bu yüzden hilâfetinde kendisine
karşı içte muhâlif bir hareket olmamış ve fitneler görülmemiştir
(Buhâri, Fedâilü'l-Ashâbı'n-Nebî, 3 ). İhtilâf veya ihtilâflarda
çözümsüzlük, bid'atler onun devrinde yaşanmamıştır. "Üzülme, Allah
bizimle beraberdir" buyuran Rasûlullah'ın haberi sanki lâfızda ve
mânâda Hz. Ebû Bekir'de zâhir olmuştur (İbn Teymiye, Külliyat
Tercümesi, İstanbul 1988, IV, 329).

Kaynaklarda onun, "Ben ancak
Rasûlullah'a tâbiyim, birtakım esaslar koyucu değilim" diye
kararlarında çok titiz davrandığı zikredilir (Taberî, IV, 1845; İbn
Sa'd, III, 183). Bir meseleyi hallederken önce Kur'ân'a bakar,
bulamazsa Sünnet'te araştırır, orda da bulamazsa ashâbla istişâre eder
ve ictihad ederdi. Ganimetin bölüşümü meselesinde Muhâcir-Ensâr
eşitliği'nin ihtilâfa yol açmasında Ömer'in Muhâcirlere daha çok pay
verilmesini savunmasına rağmen ganimeti eşit olarak bölüştürmüştür. O
sebeple hilâfetinde huzursuzluk çıkmadı.

Rasûlullah ve kendisi,
bir mecliste bir anda verilen üç talâkı bir talâk saymışlar, bu daha
sonra-birçok "maslahat gereği" diye yapılan değişiklik gibi- üç talâk
sayılmıştır. Yani Ebû Bekir, Rasûlullah'ın tüm uygulamalarını aynen
tatbik etmek istemiş; bazen -kalpleri İslâm'a ısındırmak istenenlere
toprak vermesi gibi- maslahat gereği veya zamanın değişmesiyle
hükümlerin değişmesini söyleyen ashâbına uymuştur. Müslümanlar henüz
otuzsekiz kişiyken Mekke'de Mescid-i Haram'da İslâm'ı tebliğ eden ve
müşriklerce dövülen Ebû Bekir'e hilâfetinde "Halifet-u Rasûlillah"
denilmiş, sonraki halifelere ise "Emîrü'l-Mü'minîn" denilmiştir.

Mâlî
işlerini Ebû Ubeyde, kadılık ve kazâ işlerini Hz. Ömer, kâtipliğini
Zeyd b. Sâbit ve Hz. Ali, başkumandanlığını Üsâme ve Halid b. Velid
yapmıştır. Medine Dârü'l-İslâm'ın başkenti olmuş, Mekke, Taif, San'a,
Hadramevt, Havlan, Zebid, Rima, Cened, Necran, Cureş, Bahreyn
vilâyetlere ayrılmıştır. Yönetimi merkezî olup, ganimetlerin beşte biri
Beytü'l-Mal'de toplanmıştır.Hz. Ebû Bekir, Mukillîn denilen çok az
hadis rivâyet eden ashâbdan sayılır. O, yanılıp da yanlış birşey
söylerim korkusuyla yalnızca yüz kırk iki hadis rivâyet etmiş veya
ondan bize bu kadar hadis rivâyeti nakledilmiştir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
HZ. EBUBEKİR (r.anh)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Fatihlilerin Buluşma Meydanı :: DİNİ BÖLÜM :: Sahabe-i kiram-
Buraya geçin: